Aşk'a İnanmışt'ı

Genel Yönetici
Staff member
Katılım
28 Mart 2008
Mesajlar
23.243
Tepki puanı
2.147
Puanları
163
Yaş
40
Bulunduğu Yer
ŞANLIURFA
Tuttuğu Takım
GALATASARAY
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ (1911-1923)

1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Sade Türkçe’nin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konulmuştur. “Milli Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır.

Bu dönem sanatçılarının şiir anlayışıyla, Fecr-i Ati topluluğunun şiir anlayışı birbirinden pek farklı değildir. “Şiir vicdani bir keyfiyettir” düşüncesinde olan şairleri bireysel konuları işlerler. Daha sonra 1917 yılında yaptıkları bir toplantıda, hece ölçüsünü kullanma, günlük konuşma diliyle yazma noktasında birleşen şairlerin, içerik konusunda her birinin ayrı bir yaklaşımda olduğu gözlenir. Bu dönem sanatçıları Divan edebiyatını, Doğu edebiyatının, sonrasını ise Batı edebiyatının taklitçisi olmakla suçlarlar.

Şiirde daha çok bireysel konulara yönelen bu dönem sanatçıları, roman ve öyküde sosyal meselelere eğilmişler; milliyetçilik düşüncesi, Kurtuluş savaşı gibi konuları ele almışlardır. Konuların İstanbul dışına çıkarılması da bu dönemin belirgin özelliklerindendir. Ayrıca “aşk” bu dönem roman ve hikayesinin en önemli temasi olarak dikkat çeker. Bu eserlerde dil günlük konuşma dilidir.

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN DİL ANLAYIŞI

1) Yabancı dilbilgisi kuralları, Arapça, Farsça ad ve sıfat tamlamaları bırakılmalıdır.

2) Yabancı sözcükler, kendi dillerinde dilbilgisi bakımından hangi türden olursa olsun, Türkçede ne olarak kullanılıyorsa, dilbilgisi yönünden o türden sayılmalıdır.

3) Arapça ve Farsça’dan gelen sözcüklerden, konuşma diline kadar girip yaygınlaşmış olanlar Türkçeleşmiş sayılmalı ve kullanılmalıdır.

4) İstanbul hanımlarının günlük konuşma dili esas alınmalıdır.

5) Terimler bilimle ilgili oldukları için aynen kullanılmalıdır.

6) Türkiye Türkçesine diğer Türk lehçelerinden sözcük alınmamalıdır.

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ SANATÇILARI:

ÖMER SEYFETTİN (1884-1920): Milli Edebiyat hareketinin önderlerinden olan sanatçı daha çok hikayeleriyle tanınmıştır. “Yeni Lisan” makalesinde ortaya koyduğu görüşlerini, hikayelerinde uygulamaya çalışmış ve başarılı olmuştur. Dilimizin sadeleşmesinde önemli yeri olan Ömer Seyfettin, anılarından, tarihteki kahramanlıklardan ve günlük yaşayışlardan yararlanarak, gücünü çekici anlatımından, olaylardan alan, çoğunlukla beklenmedik sonuçlarla biten hikayeleriyle edebiyatımızda önemli bir yer tutar.

Hikayeleri: İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba, Gizli Mabet, Asılzadeler, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lale....adı verilen kitaplarda toplanmıştır.

ZİYA GÖKALP (1876-1924): Şiiri, düşüncelerini halka yaymak için bir araç olarak kabul eden sanatçı, bu türde sanatsal yönden güçlü ürünler vermemiştir. Daha çok Türkçülük düşüncesini sistemleştiren bir düşünür ve sosyolog olarak tanınmıştır. Önceleri, bütün dünya Türklerini bir bayrak altında toplamayı amaçlayan “Turancılık ”görüşüne bağlıyken, sonraları “Türkiye Türkçülüğü” düşüncesine yönelir. Günlük konuşma diliyle yazı dilinin birleştirilmesi gerektiğine inanan sanatçı eserlerinde bunu başarıyla uygular. Şiirlerinde hece ölçüsünü kullanan Ziya Gökalp (Turan adlı şiiri hariç), konu olarak daha çok eski Türk tarihine, İslameyiet önçesi dönemlere yönelir. Ayyrıca yurt, millet, ahlak, din ve uygarlık gibi konuları da eğitici bir yaklaşımla ele alır.

Eserleri:

Şiir: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat

Nesir: “Türkçülüğün Esasları”, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”; “Türk Medeniyeti Tarihi”, “Malta Mektupları”.

REFİK HALİT KARAY (1888-1965): Milli Edebiyat ve Cumhuriyet döneminin en ünlü öykü ve roman yazarlarındandır. Önce Fecr-i Ati edebiyatına 1917’den sonra ise Milli Edebiyata katılır. Kurtuluş Savaşı’na karşı yazılarından dolayı tutklanacağı zaman Halep’e kaçar. Çıkarılan bir af üzerine 1938’de Türkiye’ye döner. Anadolu gerçeğinin ilk olarak Refik Halit Karay 'ın “Memleket Hikayeleri” adlı yapıtıyla edebiyata girdiği kabul ediler. Güçlü bir gözlemci olan yazar, betimlemelerinde de nesneldir. Realist bir anlayışa sahip olan yazarın sade bir dili ve yalın bir anlatımı vardır. Mizah ve eleştiri onun yapıtlarının ayrılmaz unsurlarıdır. Öykü ve romandan başka, anı, deneme, fıkra ve tiyatro türlerinde de eserler vermiştir.

Eserleri:

Öykü: Memleket Hikayeleri , Gurbet Hikayeleri

Roman: Sürgün , Hilgün, Bugünün Saraylısı, İstanbul’un bir Yüzü......

Kirpinin dedikleri (Mizah yazıları).

HALİDE EDİP ADIVAR (1884-1964): Daha çok İngilizi edebiyatındaki romanlardın etkilenen sanatçının eserlerini üç grupta inceleyebiliriz. Kadın psikolojisine eğildi romanları (Seviye Talip, Raik’in Annesi, Handan), Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı romanları (Vurun Kahpeye, Ateşten Gömlek), toplumsal konuları ele aldığı töre romanları (Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır....)

Dilbilgisi kurallarına ve anlatıma pek özen göstermeyen sanatçinin diğer önemli eserleri şunlardır:

Yeni Turan, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun Oğlu (Roman)

Türk’ün Ateşle imtihanı, Mor salkımlı Ev (Anı)

Harap mabetler, Dağü Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Sada (Hikaye)

Ayrıca santçının birçok araştırma yazısı ve çevirisi vardır.

REŞAT NURİ GÜNTEKİN (1889-1956): Realist bir analyışa sahip olan yazar Milli Eğitim müfettişliği görevi ile Anadolu’yu dolaşmış, buradaki yaşamı gözlemlemiş, bu gözlemlerini yalın bir dil ve anlatımla eserlerinde dile getirmiştir.

Reşat Nuri Güntekin , romanlarında yoğun bir Anadolu atmosferi vardır. Bu atmosfer içinde yurt ve toplam gerçeklerini, töreden kaynaklanan doğru ya da yanlış inanışları ele alır. Bu konular, öykülerinde, mizah unsuruyla da berleştirilerek verilir. Yazar, ilk ününü, duygulsal bir aşkı dile getirdiği ve birçok yönleriyle Anodul’yu anlattığı “Çalıkuşu” romanıyla sağlamıştır. Sanatçının önemli eserleri şunlardır:

Roman: Çalıkuşu, Damga, Yeşil Gece, Yaprak Dökümü, Bir Kadın Düşmanı, Miskinler Tekkesi, Kan Davası...

Öyküler: Tanrı Misafiri, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler...

Oyunları: Hançer, Hülleci, Tanrı Dağı Ziyafeti...

MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ (1890-1966): Türk Edebiyatı araştırmalarını sistemleştiren ve edebiyat tarihçişi olarak ün kazanan sanatçının eserleri de bu yoldadır. Bugün bilinen birçok şair Mehmet Fuat Köprülü 'nün arıştırmaları sonucunda ortaya çıkarılmıştır.

Eserleri:

Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvuflar, Divan Edebiyatı Antolojisi, Türk Saz Şairleri Antolojisi.

YAKUP KARDİ KARAOSMANOGLU (1889-1974): Yakup Kadri Karaosmanoğlu , romanlarında kusursuz bir anlatım ve sağlam tekniği ile dikkat çeken sanatçı, tarihi ve sosyal olaylardan her birini bir romanına konu edinerek, Tanzimat dönemiyle Atatürk Türkiyesi arasındaki dönem ve kuşakların geçirdikleri sosyal değişiklik ve bunalımları yaşayış ve görüş ayrılıklarını işlemiş: düşünce ve teze dayalı özlü yapıtlar vermiştir. Eserlerini ve içereklerini şöyle inceleyebiliriz:

“Hep o şarkı ” da Abdülaziz döneminin yaşamı,

“Bir Sürgün ”de II. Abdülhamit’in baskılı yönetimiyle savaşmak için Fransa’ya kaçan Jön Türkler,

“Kiralik Konak”ta Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na kadar yetişen üç kaşaktaki görüş ayrılığı,

“Hüküm Gecesi” nde Meşrutiyet devrinindeki Bektaşi tekkelerinin durumu,

“Sodom ve Gomore” de mütareke döneminde, işgal altındaki İstanbul’da ortaya çıkan ahlaki çöküntü,

“Yaban”da Kurtuluş Savaşı yıllanrındaki bir Anadolu köyü,

“Ankara” da yeni başkentin üç dönemi,

“Panorama I, II” de Cumhuriyet döneminin 1952’ye kadarki durumunu bir bir ele almıştır.

Diğer eserleri:

Anı: Zoraki Diplomat, Politikada 45 yıl,Vatan Yolunda, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları....

Monografi: Ahmet Haşim, Atatürk

Mensur şiirleri: Erenlerin Bağından, Okun Ucundan

Hikayeleri: Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikayeleri

Tiyatro eserleri: Nirvana, Veda, Sağanak, Mağara

Önemli Makaleleri: İzmir’den Bursa’ya, Ergenekon, Kadınlık ve Kadınlarımız....



YAHYA KEMAL BEYATLI (1884-1958): Milli Edebiyat hareketini makaleleri ve konferanslarıyla destekleyen Yahya Kemal in, esasen , kendine özgü Milli Edebiyat’ınkinden farklı bir anlayışı vardır. İstanbul şairi olarak tanınır. Omanlı İmparatorluğunun geçmişteki parlak günlerine büyük bir özlem duyar. Başlıca konuları: İstanbul, tarih, yurt sevgisi, aşk, ölüm ve sonsuzluktur. Divan şiirinin özünü kakalama çabası içinde olan sanatçı, eski şiirin ölçü, uyak ve ahenk unsurunu ön planda tutmuştur. Onun eserlerinde malzeme eski, şiir ise yenidir. Örneğin, Divan Edebiyatında aşkı terrennüm eden gazel biçimiyle kahramanlık şiirleri ve Istanbul’a duyduğu sevgiyi dile getiren şiirler yazmıştır.

Şiir kitapları: kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgarıyla, Rübailer,

Nesir Kitapları: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi ve Edebi Portreler, Siyasi Hikayeler, Edebiyat Dair.



HECENİN BEŞ ŞAİRİ (BEŞ HECECİLER)



Bu şariler 19117de Selanik’te “Genç Kalemler”le başlayan Milli Edebiyat akımının ilklerine bağlı olarak, halk şiirimizin özelliklerinden, yerli kaynaklarımızdan yararlanarak, şiirimizin aruzdan heceye geçişinde önemli rol aynamışlardır. Şiirlerinde Anadolu manzaralarını ve Anadolu yaşayışını coşkulu bir dille işlemişlerdir. Hece ölçüsünün genellikle 11’li ve 14’lü kalıbını kullanmışlardır. Daha sonraları, yeni biçimler arayarak oldukça uzun şiirler de yazmışlardır. Eserlerindeki dil ise konuşma dilidir. Bu şarirlerimiz şunlardır:

HALİT FAHRİ OZANSOY

ENİS BEHİÇ KORYÜREK

YUSUF ZİYA ORTAÇ

ORHAN SEYFİ ORHON

FARUZ NAFIZ ÇAMLIBEL

---------- Mesaj eklendi 00:25 ---------- Önceki mesaj 00:25 zamanında eklendi ----------

FECR-İ ATİ EDEBİYATI (1909-1912)

20 Mart 1909 tarihinde İstanbul’da biraraya gelen sanatçılar 1910 yılında bir bildiri yayımlayarak kendilerini kamuoyuna tanıtırlar. Bu, edebiyatımızdaki ilk bildiridir (24 Şubat 1910, Servet-i Fünun).

Bildirilerinde, edebiyatın ciddiye alınması, Batı edebiyatının daha yakından tanıtılması, düşünce ve edebiyat konularında koferanslar düzenlenmesi, bir Fecr-i Ati kurulması gibi amaçlarının bulunduğunu açıklarlar.

Geçmişte kaldığını söyledikleri Servet-i Fünun anlayışını eleştirmekle birlikte onların da bir adım ötesine gidememişlerdir.

Konu, biçim, dil ve anlatım yönünden Servet-i Fünunculardan hiçbir farkları yoktur. Onlar, serbest müztezatı biraz daha serbestleştirmişler ve Servet-i Fünuncuların tam kavrayamadığı sembolist şiirin güzel örneklerini veren şairler yetiştirmişlerdir. Bunun dışında edebiyatımıza bir yenilik getirememişler bu nedenle de özentici, taklitçi bir topluluk olarak eleştirilmişlerdir.

Bu toplulukta yer alan kimi sanatçılar bireysel bir anlayışı devam ettirirken (Ahmet Haşim gibi) pek çoğu da “Milli Edebiyat” hareketine katılmış ve bu anlayışla ürünler vermişlerdir.

Fecr-i Ati Sanatçıları:

Ahmet Haşim, Aka Gündüz (Enis Avni), Ali Canip Yöntem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mehmet Fuat Köprülü, Refik Halit Karay, Celal Sahir, Faik Ali......

AHMET HAŞİM (1884-1933): Fecr-i Ati topluluğunun en başarılı santçısı olan Ahmet Haşim topluluk dağıldıktan sonra çalışmalarına bireysel olarak devam eder.

Şairin yaşamı santını derinden etkiler. Bu nedenle şiirlerinde çocukluk anıları, aşk ve doğa konularında yoğunlaşır. Karamsar yaklaşımı onun belirgin özelliğidir. Şiirlerinde ağır ve süslü bir dil kullanmasına rağmen nesirlerinde daha açık ve nispeten yalın bir dil vardır.

Piyale adlı şiir kitabının önsözünde şiir anlayışını şöyle açıklar: “Şiirin asıl özelliği ‘duyulmak’tır. Şiirin dili musiki ile söz arasında ve sözden ziyade musikiye yakındır. Yani bu dil, bir açıklama vasıtası olmaktan ziyade bir telkin vasıtasıdır ve şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu bakımdan kelimeler, şiire, anlam değerlerinden çok musiki değerleriyle girerler. Şiirin anlam bakımından açık olması zaruri değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır. Konu ise sadece terennüm için bir vesiledir”.

Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını ikinci plana atan, mısralarda geniş ve akıcı bir telkin yeteneği arayan ve şiirin kaynağını bilinçaltında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı arasında yakınlıklar vardır. Ancak sembolist şiirin asıl unsur olan sembol, Haşim’in şiirlerinde yoktur. Onun, anlamı anlaşılmayan veya değişik yorumlara elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakımdan Haşim’i sembolist bir şair olarak kabul etmek pek güçtür.

Haşim’in şiirine en uygun anlayış tarzının, empresyonizm olduğu kabul edilebilir. Gerçekten şiirlerinde dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasında yarattıığı izlenimleri aksettirmesi bu anlayışın en açık göstergesidir.

Göl Saatleri’nin küçücük ve manzun “Mukkadime”si de empresyonizmin özlü bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Eserleri:

Şiirleri:
Göl Saatleri, Piyâle

Nesirleri:
Gurebâ-hane-i Lâklâkan, Bize Göre

Gezi Notları: Frankfurt Seyahatnamesi

---------- Mesaj eklendi 00:26 ---------- Önceki mesaj 00:25 zamanında eklendi ----------

Servet-i Fünun Edebiyatı

Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedide devri, Türk edebiyatında 1860’tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu (Batı edebiyatının lehine) belirleyen aşamadır. Gerçekten yoğun ve dinamik çalışmalarla geçen bu kısa dönem sonunda Türk edebiyatı, gerek anlayış, gerek içerik, gerekse teknik bakımdan tamamıyla Batılı bir nitelik kazanmıştır.

Bu döneme Servet-i Fünun adının verilmesi bu edebi hareketin Servet-i Fünun dergisinde gerçekleşmesindendir.Adından da anlaşılacağı gibi önceleri “fen” konularını ele alan bu derginin yazı işleri müdürlüğüne Tevfik Fikret’in getirilmesiyle dergi, bütünüyle bir edebiyat dergisi haline gelir (7 Şubat 1896).

Divan edebiyatına karşı kurulmasına çalışılan Avrupai Türk edebiyatını ifade için kullanılan “Edebiyat-ı Cedide” (yenilikçi edebiyatçıları) teriminin bu harekete ad olması ise, hareketin bu terimi bütünüyle benimseyip, kendi hakkında da sıkça kullanmasındandır.

Bu hareketin 1901 yılında, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesinin II:Abdülhamit yönetimince kışkırtıcı bulunarak, derginin kapatılmasıyla son bulduğu kabul edilir.

GENEL ÖZELLİKLERi

1) “Sanat için sanat” ilkesine beğlıdırlar.

2) Cümlenin dize ya da beyitte tamamlanması kuralını yıkmışlar ve cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beyitin cümle üzerindeki egemenliğine son verirler. Cümle istediği yerde bitebilir.

3) Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü kullanırlar. Ancak aruzun dizeler üzerindeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde birden çok kalıba yer vermişlerdir.

4) Onlar “her şey şiirin konusu olabilir” görüşünü benimsemişler; fakat dönemin siyasal baskıları nedeniyle aşk, doğa, aile hayatı ve gündelik yaşamın basit konularına eğilmişlerdir.

5) Şiirde ilk defa bu dönemde konu bütünlüğü sağlanmıştır.

6) “Sanatkârâne üslup” ve yeni bir “vokabüler” (sözvarlığı) yaratma kaygısıyla oldukça ağır bir dil kullanmışlardır.

7) “Kafiye kulak içindir” görüşünü benimserler.

cool.gif
Şiirde üç değişik biçim kullanmışlardır.

a) Batı’dan aldıkları “sone” ve “terza-rima”

b) Divan edebiyatından alıp, türlü değişikliklerle kullandıkları müstezat (serbest müstezat)

c) Bütünüyle kendi yarattıkları biçimler

9) Şiirde olduğu gibi romanda da (devrin siyasal baskıları nedeniyle) sosyal konulardan uzak dururlar.

10) Romanda, romantizmin kimi izleri bulunmakla birlikte genel olarak realizme bağlıdırlar.

11) Romanda da dil ağır, üslup sanatkârânedir.

12) Roman tekniği sağlamdır.

13) Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma yoluna gittikleri için konular, İstanbul’un çeşitli kesimlerinden alınmalıdır.

14) Betimlemeler gözleme dayalıdır ve nesneldir.

15) Bu dönem sanatçıları, devrin siyasal baskıları nedeniyle gazetecilik, tiyatro gibi alanlara pek fazla eğilmemişlerdir.



SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNİN ÖNEMLİ SANATÇILARI

TEVFİK FİKRET (1867-1915): Şairin, Batılı sanat anlayışını benimsemesindeki en önemli neden lisede edebiyat öğretmeni olan Recaizade Mahmut Ekrem’den etkilenmesidir.

Sanat yaşamı iki ayrı dönem içerisinde incelenebilir. Birinci dönem Servet-i Fünun hareketinin içinde bulunduğu dönemdir. Bu dönemde “sanat sanat içindir” anlayışıyla ürünler vermesine karşın, yine de toplumsal konuların sınırını (dönemin siyasal yapısına rağmen) zorlamıştır.

İkinci dönemde ise (1901’den sonra) toplumsal konulara yönelmiş, “toplum için sanat” anlayışıyla ürünler vermiştir.

Türk edebiyatının Batılılaşmasında en büyük pay Tevfik Fikret’indir. Şiirleri hem biçim hem de içerik olarak yenidir. Parnasizmden etkilendiğiaçıkça görülür. Müstezadı, serbest müstezat yapan, nazmı düzyazıya yaklaştıran, beyitin, aruzun egemenliğine son veren hep Fikret’tir.

En büyük özlemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çağdaş medeniyet düzeyine yükselmesidir. Bunu da Batı’dakifen ve teknolojinin ülkeye kazandırılmasıyla gerçekleşeceğine inanır. Ona göre en öenmli varlık insandır. Onların özgürlüklerini ve haklarını savunur. Dinlerin, savaşlara kaynaklık etmesi nedeniyle dinleri bu yönüyle eleştirir. Ülkenin geleceğini gençlikte görür, onlara ve çocuklara büyük bir sevgi ve içtenlikle yönelir. Çocuklar için ilk kez şiirler yazan sanatçıdır.

Ayrıca şair, aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulayan üç büyük sanatçıdan biridir (Diğer şairler Yahya Kemal ve Mehmet Akif’tir)

Eserleri:

Rubab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri; Şermin (Çocuklar için hece ölçüsüyle yazdığı şiirler).

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1866-1945):
Gerek sağlam roman tekniğinin öncülüğü, gerekse realizmin ilk olgun ürünler vermesi bakımından Türk edebiyatına roman ve hikaye alanında büyük katkısı olan sanatçıdır. Anlatımının söz oyunlarıyla yüklü, dilinin oldukça ağır olmasına rağmen yazar, ilginç tipler bulmakta, başarılı ruhsal çözümlemeler yapmakta ve nesnel kişi, çevre betimlemelerinde oldukça ustadır. Konularını İstanbul’un çeşitli kesimlerinden seçer, ancak sosyal sorunları ele almak gibi bir amacı yoktur. Gözleme çok önem verir. Romanlarının konularını genellikle aydı tabakanın hayatından alan Halit Ziya, hikayelerinin önemli bir kısmında halk tabakasının insanlarını, onların yaşayış, adet ve inançlarını anlatmıştır.

Eserleri:

Romanları: Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar

Öyküleri: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Hepsinden Acı, Aşka Dair, Kadın Pençesi, İzmir Hikayeleri.....

Oyunları: Kâbus, Füruzan (adapte), Fare (adapte)

Anıları:Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Bir Acı Hikaye

Sanat ve Edebiyat

Üzerine Yazdıkları: Sanata Dair

CENAP ŞAHABETTİN (1870-1934): Tıp öğrenimi için gittiği Fransa’da edebiyatla ilgilenmiş ve sembolizmden etkilenmiştir.Ancak sembolizmi kavramakta yetersiz kalmış, şiirlerinde bol bol istiare kullanmış ve ses uyumuna dikkat etmiştir. Ağır bir dil ve süslü anlatım en belirgin özellikleridir.Şiirlerinde aruzun birden fazla kalıbına, genellikle de karışık kalıplarına yer vermiştir. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan şari Milli Edebiyat’la başlayan dilde sadeleşme çabalarına karşı çıkar. Aşk ve doğa en çok işlediği konulardır.

Eserleri:

Gezi: Hac Yolunda, Suriye Mektupları, Avrupa Mektupları

Makale ve Denemeleri: Evrak-ı Eyyâm, Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri

Oyun: Körebe, Yalan



MEHMET RAUF (1875-1931):
Yapıtlarında ruhsal çözümlemelerde yoğunlaşan sanatçı sosyal çevreyle ilgilenmez. İlk başarılı psikolojik roman kabul edilen “Eylül” ile tanınmıştır.



Eserleri:

Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi.....

Pençe (tiyatro)

Ayrıca bir çok hikayesi de vardır.

SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNİN DİĞER SANATÇILARI:

Şiir: Hüseyin Siyret, Hüseyin Suad, Ali Ekrem, Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Faik Ali, Celal Sahir

Hikaye ve Roman: Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet

Eleştiri: Ahmet Şuayb.



SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI DIŞINDA KALANLAR (BAĞIMSIZ SANATÇILAR)

MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944): Servet-i Fünun şiirinde yalnız nazım şekillerini ve halk şiirinden de yalnız ölçüyü (hece) alan ve dili Türkçeleştirmek iddiasıyla yapay bir dil yaratan Mehmet Emin, Türk edebiyatında “Milliyetçilik” akımının ilk temsilcisi sayılır.Şiirlerinin tamamında sosyal sorunlara eğilen şairde, bu nedenle didaktizm lirizme ağır basar. Sağlık

Hece sayısı bakımından uzun olan ölçüleri kullanan şair, söyleyişte nesre yaklaşmıştır.

Servet-i Fünun, Çocuk Bahçesi, Türk Yurdu dergilerinde yayımlanan şiirleri, “Türkçe Şiirler”, “Türk Sesi”, “Ey Türk Uyan” gibi kitaplarda toplanmıştır.

MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936): “Ümmetçi” bir şair olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve “milliyetçi” kişiliğiyle tamamen toplumcu bir şair olarak çıkar karşımıza. Türk şiirine gerçek realizmin Akif ile girmiş olduğundan şüphe edilemez. Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir tasvir ev hikaye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir. Ancak Akif’in dili bir bütün değildir. Tasvirlerinin dışında kalan birçok şiirinde dil, konuşma dilinden ayrılır, Osmanlıcanın sınırları içine girer.

Ölçü olarak sadece “aruz”u kullanan şair hece ölçüsünü hiç kullanmadı. Nazım şekilleri konusunda ise Divan nazmının şekillerini tercih eder ve bunlar arasında en çok mesnevi şeklini kullanır. Çoğu zaman nazmı, nesre yaklaştıran şair, Türkçeyi aruza ustalıkla uydurmuştur.

Mehemt Akif’in ilk kitabı “Safahat”tır. Dah sonra yazdığı “Süleymaniye Kürüsüsünde” “Hakkın Seleri”, “Fatih Kürsüsünde”, “Hatıralar”, “Âsım”, “Gölgeler” bir araya getirilerek “Safahat” adı ile yayımlanmıştır.

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR (1861-1944): Servet-i Fünun romanının gözde olduğu devirde Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat’ın popüler roman çığırını tek başına ve büyük bir kudretle devam ettiren tek şahsiyettir.

Hüseyin Rahmi, Türk romanındaki ilk izlerinde 1885’ten sonra rastlanan Fransız natüralizminin ilk büyük temsilcisidir. Romanlarındaki kahramanları daima karakterlerinin ve sosyal çevrelerinin birer ortak ürünü olarak ele alan, onların psikolojik kişiliklerini irsiyete ve sosyolojik kişiliklerini de içinde yetiştikleri cemiyetin şatlarına göre değerlendiren romancı, bu yöntemi ile olduğu kadad, realiteyi hem iyi hem de kötü yönleriyle olduğu gibi vermek konusundaki titizliği ile de tam bir “NATÜRALİST” tir.

Onu natüralistlerden ayıran nokta, eserlerinde sosyal eleştiriye olabildiğince çok yer vermesidir. Halbuki natüralizmin sosyal eleştiriye yönelik hiçbir kaygısı yoktur.

Hüseyin Rahmi’deki sosyal eleştiri ise daha çok mizah yoluyla yapılır. Bunun için de genellikle anormal durumda olan karakterler ele alınır. Karakterlerdeki anormallikler ise huy (aptallık, cinsi sapıklık, şöhret düşkünlüğü), ahlak (menfaat düşkünlüğü, haksız kazanç peşinde koşma), kültürel (dini tutuculuk, batıl inançlara bağlılık, Batı taklitçiliği) yönleriyle gülünçtür.

Bu yaklaşım doğal olarak romana çeşitli karakterlerin dünyayı ve yaşamı görüş açısını, dini inançlarını, yaşayış ve giyiniş şekillerini, adetlerini, görgülerini ........ de getirir ve böylece roman bir “TÖRE” romanı olarak ortaya çıkar. Özetle, büyük ve sabırlı bir gözlemci olan Hüseyin Rahmi’nin, olayları hep İstanbul’da geçen romanları , gerçek değerlerini, daha çok yazıldıkları devrin sosyal yapısını bütün canlılığı, bütün incelikleri ve tam bir objektif doğruluğu ile verebilmiş olmalarına borçludur.

Yazarın kırktan fazla romanı ve pek çok öyküsü vardır. En önemli romanları olarak, Şık, Mürebbiye, Tesadüf, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Hakka Sığındık’ı sayabiliriz.

---------- Mesaj eklendi 00:26 ---------- Önceki mesaj 00:26 zamanında eklendi ----------

A) TANZİMAT EDEBİYATINA GİRİŞ


I- TANZİMAT'A DOĞRU



Türk- Avrupa ilişkileri,Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Fransa'ya yapılan Osmanlı devletinin yardımı nedeniyle, Türk- Fransız dostuluğu başlamış ve Fransız kültürünün yayılmasına zemin oluşturmuştur.



Osmanlı devletinin Avrupalılaşma yolunda attığı ilk önemli adım, 1839 yılında Abdülmecit devrinde yapılan TANZİMAT FERMANI'DIR. Bu ferman Avrupadaki yeniliklerin Osmanlıya girmesidir.



II-TANZİMAT EDEBİYATI KAYNAKLARI



Bilindiği üzre Fransız Edebiyatı'nın etkisi ki 18.yy Fransız uygarlığının İspanya, İtalya ve İngiltere'yi etkisi altına alan evrensel bir düzeye varmış olmasıdır ki bu dönemde başta Amerika olmak üzre pek çok ülke bilim ve felsefi yönden edebi akımların etkisinde kalmıştır. Bizimde bu akımdan etkilenmemiz kaçınılmazdı. Bunun yanı sıra Fatih in İtalyan ressamı Bellini 'ye resmini yaptırması,Katip Çelebi'nin “ Cihan-nüma”sı, 17. yy dan sonra Avrupaya giden Çelebi Mehmet'in “Paris Sefaretnamesi”gibi eserler Avrupa kültürünü bize getirmiştir.



III- TANZİMAT ÖNCESİ VE TANZİMAT NESRİNE GENEL BİR BAKIŞ



Genel olarak edebiyatımıza baktığımızda düz yazıyı 3 kısıma ayırabiliriz:

a)Divan edebiyatında açık ve edebi nesir ile yazılan eserler: Süslü nesir ile divan şiiri arasında paralellik vardır. Amaç ustalık ve hünerini göstermektir. Arapça ve Farsça tamlamalarla doludur. Seciler ağırlıklıdır.

b) Halk edebiyatında yazılan eserler: süsten, söz sanatlarından uzaktır. Bu dönemdeki tasavvufi eserler, halk hikayeleri, kur'an tevsirleri, menakıpnameler, halk hikayeleri vb nitelikteki eserlerhalka bir şeyler öğretme amacı güderek, sade bir dil ile öğretici nitelikte yazılmıştır.

c) Tanzimat edebiyatında yazılan eserler: Edebiımızda gerçek nesir Tanzimatla başlar. Gazete ile birlikte batılı pek çok yeni nesir türü edebiyatımıza girer. Bu dönem fikri ön plana çıkaran kısa ve öz cümleler kullanılmıştır.artık seciler atılmış, kısa cümleler kullanılmış, doğrudan konuya girilmiş, ilk defa noktalama işaretleri kullanılmıştır.



IV-TANZİMAT EDEBİYATI



Tanzimat Fermanı ile siyaset, idare, ve eğitim alanlarında Batı uygarlığına resmen katıldıktan sonra Batı'yı örnek edinen Avrupai Türk Edebiyatının 1. dönemidir. Tanzimat Edebiyatı, 1860'da Şinasi'nin Tercümal-i Ahval gazetesini çıkarmakla başlar. Tanzimat Edebiyatı, eski kuruluşlarla, düşüncelerin karşısına tpolumsal ve siyasal düzenlemelerle çıkar. Basımevlerinin gelişmesi, gazeteciliğin Batı'dan geniş ölçüde esinlenmesi, güçlü edebiyatçıların yetişmesi, etkili bir kamoyu yaratır. Batı'ya yönünü dönen bu edebiyat ile toplum hayatımızın hızlı değişmesinde ve gelişmesinde etkili akımların fikir dünyamıza katılmaları sağlamıştır. Özellikle Tanzimatile birlikte batıdaki pek çok yeni nesir türleri( tiyatro, gazete, roman, çeviri vb.) edebiyatımıza girer. Düz yazının gelişmesinde gazeteciliğin büyük payı vardır. Tanzimatile edebiyatımıza yeni bir dünya görüşü girer, bu dönem yazarları, toplumcudur, doğrunun, iyinin peşindedir, edebiyatile ulusu yükseltmek, baskıları ortadan kaldırmak hedeflenirken kendilerini halka karşı sorumlu hissederler. Geşilmeye katkı sağlayacak batıdaki yeni nesir türlerinin yanı sıra romantizm, realizm, naturalizm, sembolizm ve parnasizm gibi pek çok batılı edebi akım edebi hayatımıza girmiştir. Nesir ve nazımda konu alanları genişlemiştir. Sade dil ile yazılırken bir önceki dönemde de işlenen vatan, millet, hürriyet, halk sevgisi gibi konular bu dönemde de işlenmiştir.



B) TANZİMAT DÖNEMİ NESRİ



I- İLETİŞİMİN TARİHSEL GELİŞİMİ



I.A) ANADOLU İMPARATORLUKLARINDA İLETİŞİM

Anadolu tarihsel süreçde pek çok imparatorlukların hakimiyeti altına girmiştir. Anadoludaki ilk iletişim biçimleri, yazının gelişmişliğine paralel olarak daha çok tabletler ve yazıtlarla gerçekleşmiştir.bu yazıtların içeriğine baktığımızda ülkenin siyasal durumunun yıllıkları ,krallıkla ilgili eski olaylar, yönetim sınıfı içindeki çekişmeler, komşu ülkelerle olan yazışmalar, yönetim, yasa ve kulralları hakkında bilgi içerdiğini görüyoruz.



I.B) OSMANLI DEVLETİNDE İLETİŞİM

Osmanlıda iletişim devletin idari ve bürokratik kararlarının hiyerarşik bir düzen içinde merkezden taşraya iletilmesi ihtiyacının bir sonucu olarak resmi bir özellik taşır.fermanlar, kanunnameler, nizamnameler vb. Yazılar gerekli bürokratik yerlere “menzil”sistemi ağı ile iletiliyordu.iletişim, koşucu, ulak, çapar, tatar isimleri verilen özel olarak yetiştirilmiş mesaj taşıyıcılar tarafından yapılırdı.yollarda bu taşıyıcılar için at tutulurdu. Bu süreç II.Mahmut dönemine kadar devlet ile halk arasındaki iletişim, devletin halka duyuruları telleklarla halka iletilirdi.bir de iletşimin resmi olm ayan kısmı vardı. Edebiyat ürünleri de Osmanlıda iletşim vasıtası olmuştur. Aşık tarzı sözlü şiir geleneği, halkın haberleşme aracı haline gelmiştir. Köy köy kasaba kasaba dolaşarak bulundukları yerdeki olayları bir sonraki durakta anlatarak halkın kitle iletişim aracı görevini üstlenmişlerdir.



I.C) MODERN ANLAMDA İLETİŞİM

Osmanlıda ilk gazete, 1796 da İstanbul'daki Fransızlara Fransadaki yaşama dair bilgi vermek amacıyla “Gazette Française de Constantinople” adında 15 günde bir yayınlanan gazete çıkarılmıştır.bunun akabinde bir kaç tane daha Fransız gazetesi çıkarılmış Fransız menfaatlerini gözeten bu gazetelerden bir kısmı kapatılmıştır. Bir kısmı da önemini yitirince kendiliğinden kapanmıştır. İlk Türk gazetesi, 11- kasım- 1831 de Takvim-i Vekayi haftada bir defa yayınlanmak üzre resmi olarak kurulmuştur.



II-TANZİMAT GAZETECİLİĞİ



Bu dönemde edebiyatımıza giren yeni türlerin içinde diğerlerine nazaran gazeteciliğin önemi büyüktür. Çünkü; makale, fıkra, haber, röportaj, sohbet, mülakat, anı, gezi,şiir, inceleme vb. Pek çok türün gelişmesinde ve yaygınlaşmasında gazetenin payı büyüktür. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ifade ettiği üzre “bu devirde gazete hemen tüm yeniliği idare eder.” (www.meb.gov.tr-13.10.07)Gazete, her gün bir toplumdan, bir sorun üzerinde fikir ve görüşe sahip ikinci bir toplum çıkarabilecek kudrette bir çözümleme ve birleştirme organıdır. Gazetenin diğer toplumlara göre bizde farklı bir yere sahiptir. Tanpınar'ın da dediği gibi “hiçbir yerde gazete bizdeki role benzer bir rol oynamamıştır. (...) bütün işaretler ondan gelir. Kalabalık onun etrafında kurulur. Okumayı o yazar. Mekteplerin uzak bir gelecek için hazırladığı ocağı o tutuşturur.”(www.meb.gov.tr-13.10.07).

Gazete sayfaları her gün milyonlarca kişinin beraber toplanıp beraber düşündükleri, konuştukları bir toplantı meydanı gibidir.



Demokratik toplumların hayatında en önemli rolü fikirler oynamaktadır.Fikir özgürlüğününün olduğu her yerde kişiler, çeşitli olanak ve araçlardan faydalanarak fikirlerini savunmak isterler. İşte bu araçların en önemlisi ve etkilisi gazetedir. Gazete: dünyadaki bütün olup biten olayları günü gününe halka bildiren, haberleri kendi görüşü ile yorumlayan, ufkumuzu her türlü bilgiler vererek genişleten düşüncelerimizi aydınlığa götüren basılmış kağıtlar topluluğudur. Tanzimat gazeteciliği ise, halkın görüşünün yanı sıra edebiyatı da değiştirir. Bu gazeteleri okuyanlar, batıdaki yeni dünya görüşü ile karşılaşırlar.özellikle dergilerin çıkışı gazetelerden sonra geldiği için edebiyatla ilgili ilk yazılar gazetelerde yaynlanır.

C) TANZİMAT DÖNEMİNDE ÇIKARILAN GAZETELER



I-TAKVİM-İ VEKÂYİ ( 1831)



Toplumlarda gazetenin iki önemli görevi vardır. İktidarın bildirdiklerini halka iletmek ve halkı siyasi güncel olaylar hakkında bilgilendirmek. 1826 yılında Yeniçeri Ocağını kaldıran ve devlet yönetiminde reform hareketlerine girişen II. Mahmut'un bu gelişmelere paralel olarak 1831 de Takvim-i Vekayinin Osmanlıca ilk resmi gazete sıfatı ile çıkması tesadüf olamaz. 1830 yıllar II.Mahmut'un iktidarı merkezleştirmeyi amaçladığı bir dönemdir. Padişah, reformlarının gerçekleşmesinde siyasi basın gücünün farkındadır. Yurt içinde kamoyu oluşturmayı hedeflediği kadar imparatorluktaki reform ve değişileri batı dünyasına duyurma arzusu içinde Arapça, Ermenice,Farsça, Fransızca, ve Rumca baskılarıda yayımlanmıştır. Ayrıca Mısır 'da Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın teşebbüsü ile 1831 de Takvim-i Mısriyye yayımlanmıştır. Osmanlı Devletine karşı etkin bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Takvim-i Vakayi haftalık olarak yayınlanan bir gazetedir. Resmi ilanların yanı sıra iç ve dış gelişmelere ilişkin haberler yer almaktaydı. Resmi bir gazete olmasından dolayı makale içerikleri devletin görüşleri doğrultusundaydı. 1860'tan sonra sadece resmi duyurular ve kabul edilen yasa metinleri yayınlanır oldu. II.Abdülhamit devrinin büyük bir kısmında yayınlanmasına karşın, 1878 yılından 1891 yılına kadar yayınlanmadı. 1892 de yeniden yayın hayatı durdu. 1908 de Jön Türk İhtilali sırasında yenıden yayınlandı. Türkiye Cumhuriyeti döneminde onun yerini Resmi Gazete almıştır.



II-CERİDE-İ HAVADİS( 1840)



Ceride-İ Havadis, Türk basın tarihinin ilk özel türkçe gazetesi olarak kabul edilir ancak devletten yardım alması yarı resmi bir yapı doğurmuştur. William Churchill adında bir ingiliz tarafından 1840 yılında çıkarılmaya başlanmıştır. sadece haber içerikli olan gazete ilk yayınlandığı günlerde hiç ilgi görmemiş, ilk üç sayı bedava dağıtılmıştır. gazete haftalık olarak çıkarılmaya başlanmış ardından on günde bir çıkarılması kararlaştırılmıştır. ardından William Churchill siyasi nüfuz kullanarak devletten ayda 2500 kuruşluk yardım almayı başarmıştır. gazetede, dış ülkelerden muhabirleri vasıtasıyla dış haberlere yer verilmiştir. bu özelliği nedeniyle gazete seçkin zümre tarafından takip edilmiştir. gazeteye iskenderiye’den haber gönderen bir muhabir türk basın tarihinin ilk muhabiri sayılmaktadır. Gazetenin diğer bir özelliği ilanlara yer vermesidir. ilk ölüm ilanları bu gazetede yer almıştır. 1854 Kırım savaşına, gazete savaş muhabirlerini göndermiştir, gazete 1864 yılında 1212 sayıyı geride bırakarak kapanmıştır.



III- TERCÜMAN-I AHVAL(1860)



Tercüman-ı Ahvâl, İstanbul'da 1860-1866 arasında yayımlanan ilk özel Türkçe gazetedir. Bu gazete hem gazetecilik hem de edebiyat yönünden tam bir dönüm noktası olmuştur. Sosyal ve siyasal olayların yoğunluk arzettiği halk tarafından merak ve heyecanla izlenen olaylar bu gazetede yayınlanmıştır.Bir övgü gazetesi değil , düşünceve tartışma gazetesi olmuş,fertlerin düşünce ve kanatlarını açığa vurulmasına katkı sağlamış, imtiyazlı baş yazı geleneği ilk bu gazetede başlamış, tefrika ve tartışmalar, haberi ön plana çıkaran araştırmalar, eğitim sisteminin aksaklıkları ve siyasi elaştiri örnekleri yine ilk bu gazetede yer almıştır 22 Ekim 1860'ta Agah Efendi tarafından çıkarıldı. Önceleri pazar günleri çıkan gazete 22 Nisan 1861'deki 25. sayısıyla birlikte haftada üç gün yayımlanmaya başladı. Gazete zamanla Ceride-i Havadis gazetesiyle rekabet edebilmek için yayınını beş güne çıkardı. Bahçekapı'da bir matbaada basılan gazete, matbaanın altındaki bir tütüncü dükkanından satılıyordu.



Şinasi, Ahmed Vefik Paşa, Ziya Paşa, Refik Bey'in sık sık bu gazetede yazıları yer aldı. Bu yazılarda Osmanlı toplumunun geri kalma nedenleri ve ülkede olup bitenler tartışılıyordu.Ayrıca edebi eserlerin de yayımlandığı gazetede, batılı anlamda ilk Türkçe oyun olan Şinasi'nin Şair Evlenmesi de (1860) dizi olarak yayınlamıştı.

Gazete, Ziya Paşa'nın kaleme aldığı sanılan ve eğitim sistemine sert eleştirilerde bulunan bir yazı yüzünden Mayıs 1861'de iki hafta süreyle kapatıldı. Bu olay Türk basınında yayın durdurmanın ilk örneği oldu. 792 sayı yayımlanan Tercüman-ı Ahval 11 Mart 1866'da yayınına son verdi.

NOT: Mukaddemesi ilk makale özelliği taşır.



IV- TASVİR-İ EFKÂR( 1862)



Tercüman-ı Ahvalin açtığı yolda çok emek ve titizlikle yayın hayatına giren, daha ileri bir adam atan (Tasvir-i Efkar) olmuştur. Şinasi’nin kalemiyle özgürlük düşüncesini yayması bakımından bu gazetenin Türk basın tarihinde çok önemli bir yeri vardır. O dönemin en özlü ve kültürlü yazıları onun kaleminden çıkmıştır.

.

İlk sayıdaki giriş bölümünde gazetenin amacının haber ulaştırmak, halkın kendi yaraları düşünmeyi, kendi sorunları üzerinde durmayı, öğretmek olduğu belirtilmiş bulunmaktadır. padişahın tahta çıkış ve doğum günlerinde övgüler koymayı reddeden Şinasi parlamenter sistemi savunmuş, bu konuyla ilgili olarak Avrupa Basınından çeviriler yayınlanmıştır.



Şinasi’ye göre gazete bilimin ve eğitimin gelişmesi sorunları ele alacak ve halkın anlayacağı dille yayınlanacaktır. bu amaçla yayın ve eğitimle ilgili haberlere önem vermiş, hatta bunlarla ilgili ilanları parasız basmıştır.Tasvir-i Efkar haftada iki gün çıkıyordu. Gazete iç ve dış haberler için ayrı ayrı sütunlar ayırmış ve bunlar ‘’Havadis-i Dahiliye ve ‘’Havadis-i Hariciye’’ diye süslü başlıklarla verilmiştir. Şinasi, kamuoyu, düşünce özgürlüğü gibi konularda uyarıcı başyazılar yazıyordu.



.Gazeteyi üç yıla yakın bir süre Şinasi çıkardı.O sıralarda bir arkadaşının tutuklanmasından tedirgin olan Şinasi,1865 İlk baharında Paris’e kaçtı.Fazıl Mustafa Paşanın kendisini bu yolda desteklemiş olduğu öne sürülür.



Şinasi’nin ayrılışından sonra gazetenin başına Namık Kemalin geçtiğini görüyoruz. Şinasi’nin etkisi altında kalan Namık Kemal daha 25 yaşında iken başyazı yazmaya başladı. Yazılarında özgürlük konularına değiniyor ve aydın çevrelerde geniş yankılar uyandırıyordu. 1867de çıkan ‘’Şark meşalesi ‘’ başlıklı bir yazı dizisi üzerine Namık Kemal in gazeteciliği yasak değildi. Bunun üzerine Namık Kemal de Avrupa ya kaçtı ve gazetenin yönetimi Recaizade Mahmut Ekrem'e kaldı. . Tasvir-i Efkar 835 sayı yayınlanmıştır.Tasviri Efkarın eğitim ve edebiyat alanlarında yepyeni bir yaklaşım oluşturduğu da kabul edilir. Halk dilini ön plana çıkarması, sade anlatım ve keskin fikirli stili, gazetesine izin için yaptığı başvurusundaki olabildiğince Türkçe anlatım ilgisine sadık kaldığını gösterir. Okuyucu mektuplarına ve fikirlerine sütunlarını açmıştır. Arap harfleriyle dizgiyi kolaylaştırmak için dizgi kasasındaki harf sayısını 112 ye indirmiştir.



V-AYİNE-İ VATAN (1866)

Ayine-i Vatan,Eğribozlu Mehmed Arif Bey’in gazetesi 1866’da çıkmıştır.İlk resimli gazetedir. Kapatıldıktan sonra İstanbul adıyla yeniden çıkmıştır.



VI- MUHBİR GAZETESİ (1866)

Kurucusu Ali Suavi’dir..Hükümeti sert bir dille eleştirdiğindinden gazete kapanmıştır. Yurt dışında çıkan bu muhalif basının ekseriyeti Türkçe olmakla birlikte; Fransızca, Arapça, Almanca, İngilizce ve hatta İbranice olarak yayın yapıyordu. Bu gazetelerin en eskisi, Ali Süavi’nin Avrupa’ya kaçmasından sonra Londra’da yayınlamaya başladığı Muhbir’dir. Fransızca ve İngilizce ekler de veren Muhbir, Mustafa Fazıl Paşanın maddi desteğiyle 1867-1868 yıllarında 50 sayı kadar yayınlandı. Muhbir’den sonra Yeni Osmanlıların yayın organı olan Hürriyet, Ziya Paşa ve Namık Kemal tarafından 1868-1869 yıllarında Londra’da seksen dokuz sayı çıkarıldı. Ali Süavi’nin, Sadrazam Ali Paşa hakkındaki bir yazısı üzerine, İngiltere adliyesi tarafından takibata uğrayınca, 1870 yılında Cenevre’de Ziya Paşa tarafından on bir sayı olarak çıkarıldı. Altmış üçüncü sayıdan itibaren Namık Kemal gazeteden ayrıldı ve 1869’da yurda döndü. Ziya Paşa ise 1871’de döndü. Ali Süavi, Mustafa Fazıl Paşanın verdiği para ile Paris’te Ulum adlı bir gazete çıkarmaya başladı. İnkılap fikirlerini yayan ilk gazetedir



VII-TERAKKİ GAZETESİ (1868)

Terakki, 1868’de Ali Raşid ve Filip Efendi’lerin çıkarttığı gazetenin bir hususiyeti haftada bir kadınlara mahsus bir gazete çıkarmasıdır. Yine haftalık mizah nüshası da vardır.



VIII-MÜMEYYİZ GAZETESİ (1869)

Mümeyyiz,1869’da çıkan gazetenin sahibi Sıtkı Efendi’dir. En büyük meziyeti çocuklar ait bir nüshasının olmasıdır.hafta içi 5 gün yayımlanan bir gazete idi. İlk sayısı Çarşamba’ya denk düşmesine rağmen geri kalan baskıları gazetenin Cuma günkü baskılarının yanında ve aynı ismi, Mümeyyiz ismini taşıyan, yanında ise “çocuklar için gazetedir” yazısı bulunan bir ilave olarak Mümeyyiz, dönemin Süpyan Mektepleri’nde (ilkokul) verilen eğitime ek olarak çocuklara, daha çağdaş daha Batılı eğitimle destek vermeyi ve bu yolla uzun vadede de olsa Türk toplumunun daha eğitimli ve daha çağdaş bir konuma gelmesi hatta Batılı ülkelere karşı yitirdiği eski itibarını ve gücünü yakalaması için çözüm üretmeyi hedeflemişti.



IX-İBRET GAZETESİ (1870)



1870 yılında yayın hayatı başlayan gazetenin adı iki yıllık çalkantılı bir dönem geçirdikten sonra Ahmet Mithat Efendi tarafından “kiralanır” ve 1872’den başlayarak Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik gibi ünlü adların bulunduğu kadrosuyla çıkmaya başlar. Başyazarı Namık Kemal’dir. Özellikle Namık Kemal’in yazıları nedeniyle ilgi gören gazete, yine Namık kemal yüzünden 1873’de kapatılır. Sebebi de yazarın “Vatan Yahut Silistire” adlı oyunudur. Oyunu beğenen ve tezahüratlarla İbret gazetesi önünde toplanan halkın heyecanı Osmanyı Sarayını ayağa kaldırınca gazete 1873 yılı Nisan ayında kapatılır. Ebüzziye Tevfik ile Ahmet Mithat Efendi Rodos adasına gönderilir. Gazete ancak 132 sayı yayınlanabilmiştir. Namık Kemal bu gazetede, özgürlükçü fikirleri savunmuş, basının işlevlerini ve önemini vurgulamıştır.



X-MUSAVVER GAZETESİ (1872)

Musavver,1872’de çıktı. En önemli özelliği tercümelere yer vermesi ve Fotoğraflı olarak yayımlanan ilk gazete olmasıdır.



XI-TERCÜMAN-I HAKİKAT( 1878)

II. Abdülhamid döneminde yayımlanan en önemli gazete,1878’de çıkmaya başlayan Tercüman-ı Hakikat Gazetesi, Ahmed Mithad Efendinin başarılı kalemi ile ve hükumeti tenkid etmeyen büyüklere şantaj, sansasyon özelliğinde olmayan ciddi haberciliğiyle bu devrin en uzun ömürlü ve itibarlı gazetesi oldu. Daha sonraki senelerde Ahmet Midhat Efendinin damadı Muallim Naci’nin idare ettiği bir edebi ilave verdi. Bu son derece ciddi ve terbiyevi bir edebiyat mecmuasıydı. Çocuklar için haftalık ilaveler verdi. Bu gazetede telif romanlar tefrika edildiği gibi, batı klasikleri de veriliyordu. Midhat Efendi bu arada 150’den fazla roman ve ilmi kitap yayınladı. Kitaplar, çekici ve akılcı bir üsluba sahib olduğundan, okutucu ve öğreticiydi. On dört ciltlik Avrupa Tarihi, üç ciltlik Dünya Tarihi serileri, o devirde halk tarafından merakla okundu.



Ayrıca, Tercüman-ı Hakikat gazetesi tarafından açılan yardım kampanyası Osmanlı hükûmetinin yaptığı yardımların paralelinde olarak, İstanbul’da yayımlanan ve Ertuğrul’un battığını ilk kez Bahriye bakanı da dahil kamuoyuna duyuran Tercüman-ı Hakikat gazetesi tarafından da şehit ailelerine ve yetimlerine yardım toplanmaya başlanmıştı. Bu gazete gericiliğe ve tutuculuğa savaş açmıştır. Daha sonraları Ağaoğlu Ahmet’inde sert yazılar yazdığı gazete , devamlı suretle ittihatçılarla yapılan tartışmaların yayın aracı olmuştur. Balkan Harbi’nden sonra Ahmet Mithat’ın ölümü üzerine gazete Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar yayınlarını sürdütmüş daha sonra kapanmıştır.



XII-MİZAN GAZETESİ (1886)



Mizan Gazetesi : 21 Ağustos 1886’da haftalık mizan gazetesi çıkarılmıştır. bu gazeteyi Mizancı Murat adıyla anılan Murat bey çıkarmıştır. Gazetede iç ve dış politika konularına , ekonomi eğitim , maliye ile ilgili çeşili problemlerin çözümüne yer verilmiştir.Mizan Gazetesi 1897’de kapatılmıştır.

Not: tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Hakikat, Mizan gazeteleri halkın okuma alışkanlığının artmasında etkili olmuşlardır.



XIII-İKDAM GAZETESİ (1894)

Ahmet Cevdet tarafından İstanbul’da çıkarılan günlük gazete. Yazarları Bâbanzade İsmail Hakkı, Abdullah Zühtü, Ahmet Rasim idi. 24 Temmuz günü Hüseyin Cahit’te onlara katılmıştır. Abdülhamid döneminde birkaç defa kapatılmıştır. Ahmed Cevdet (Oran) kurduğu bu gazeteyi “siyasi Türk Gazetesi” olarak nitelemiştir



Sonuç olarak baktığımızda, Tanzimat ile birlikte Batı ya ait pek çok edebi tür edebiyatımıza başarıyla uyarlanmıştır. Günümüzdeki yayınlanan pek çok yayın çeşidinin temelleri bu dönemde atılmıştır. Yukarıda belirtilen gazetenin dışında pek çok gazete bu dönemde yayınlanmış halkı bilgilendirme görevini başarıyla yapmıştır. Bu dönemde dikkat çeken bir başka önemli konu 1860 ta Türk basınının devlet ve hükümete karşı tavır alması,diğer dillerde yayınlanan gazetelerinde devletin birlik ve bütünlüğünü bozucu yayınlar yapması üzerine devlet bazı tedbirler almıştır.1864 te Matbuat Nizamnamesi düzenlenmiştir. Nizamname ile daha önce kurulmuş olan Babıali Tercüme odası, Matbuat müdürlüğü gibi kurumlara yeni görevler veriliyordu. Bunlar; siyasi nitelikteki yayınlara ruhsat vermek, yayınların içeriğini kontrol etmek, gazetelere verilecek resmi ilanları düzenlemek, Avrupa'da ülke aleyhi yayınlar yapan mecmuaların ülke içine girmesine engel olmak,aykırı davrananlara para ve hapis cezası uygulamak. Böylece devlet başta padişah ve diğer mensuplarını koruma altına almış oluyordu. Bu durum 1909 a kadar devam etmiştir.

---------- Mesaj eklendi 00:27 ---------- Önceki mesaj 00:26 zamanında eklendi ----------

II- TANZİMAT DÖNEMİ TİYATROSU


A) HİKAYE-İ İBRAHİM PAŞA


Tanzimat devrinin ilk tiyatro eseridir. Konusunu Kanuni devrinden alan ve 4 perdeden 11 tablodan oluşan Hayrullah efendi tarafından yazılan küçük bir dramdır. Konusu, Kanuni'nin Bağdat seferi sırasında Ordu Defterdarı İskender Çelebiyi haksız yere idam ettirdiği ve saltanat hırsına kapıldığı için Kanuni tarafından 1536 da idam edilen sadrazam İbrahim Paşa ile aynı devirde Mısır da ün salmış mutasavvıf İbrahim Gülşeni ve Mısır valisinin oğlu İbrahim Paşa'lar birbirine karıştırılarak Osmanlı imparatorluğu için asıl tehlikenin son söylenen şahsiyetten geleceği söylenmek istenen piyeste, tarihi atmosferi tamamlamak için özellikle dil ve uslübun 16. yy uygun olması dikkat çekicidir.

B)ŞAİR EVLENMESİ

Şinasi tarafından yazılan bir perdelik komedidir. 1860 yılında Tercüman-ı Ahval de sertifika

şeklinde yayınlanmış ve aynı yıl kitap halinde basılmıştır.konu olarak görücü usulü evlenme adetini işlemiştir. Olay basittir fakat kuruluş sağlamdır. Vakanın başlıca iki tarafından yürütülmesi, değişik halk tabakalarından yerli karakterlerin bulunması orta oyununa ait özellikleri içerirken belli bir edebi metin halinde olması, vakanın gelişme tarzı bakımından batılı tarzda bir eserdir. Eserin böyle bir yapıda oluşu yazarın, orta oyuna alışık olan Türk seyircisini yadırgatmadan batılı tiyatroya ısındırmayı amaçlamıştır. Şinasi, tiyatroyu da düşünce ve bilgileri aktarma aracı olarak görmüştür. Türk tiyatrosunun komedi türündeki ilk denemesi, drama türündeki Hayrullah Efendinin piyesine göre teknik bakımdan daha ileridedir. Şinasi kendinden sonrakiler için de teşvik edici olmuştur.

C) İLK MANZUM PİYES

Türk tiyatrosunun ilk manzum piyesini 1866 da Ali Haydar yazmıştır. Üç adet piyesi vardır. Bunlar; 1- Sergüzeşt-i Perviz 2- Sasaniyan hükümdarlarında ıı. Ersaz'ın Sergüzeşti 3- Ruya Oyunu dur. Bunlardan ilk ikisi trajedidir. Yazar ilk piyesinin önsözünde Türk tiyatrosuna ilk trajediyi kazandırdığını söyler. Ancak kuruş ve teması daha çok dram karakteri taşır. Doğal olarak manzum tiyatro çeşidinin ilk deneme olması , yazarın nazım tekniğine hakimiyet zayıflığı dil ve uslübu cansızlaştırmıştır. Son piyesi ise iki perdelik komedidir.

D)KARAKTER KOMEDİSİ

Bir yandan tiyatroda oynanmak üzre tercüme piyesleri hazırlayan diğer yandan da kendisi piyes yazan Ali Bey'in 1- Kokona Yatıyor,2- Misafir-i istiskal,3- Geveze Berber adlı üç komedisi ile Letafet isimli (1899) bir tane operatı vardır. Yazdığı komedyalar tamamen batılı tarzda kuruluşa sahiptır. Sosyal meselelere dokunmaz. Basit karakter komedisidir ki bu tarzın Türk tiyatrosundaki ilk örnekleridir.

E) RECAİZADE EKREM'İN VUSLAT'I

İlk denemesini Afife Anjelik ile 1870 de yapmıştır. İkinci denemesi Atala yahud Amerika Vahşileridir. Afife Anjelik, kocasının yokluğunda uşağının tecavüz teşebbüsüne karşı direnmiş genç bir kadının hikayesini anlatır. 4 perdelik ve şahısları Fransızdır. Kitabın kapağında ve yayınlana gazetede telif diye gösterilmesi vakası Fransada geçmiş zabıta olayından alındığı ihtimalini güçlendirmektedir. 1872 yılların başında Fransız yazar Şatobriyan dan çevirdiği Atala romanını piyes haline getirip bastırmıştır. Önemli bir başka tiyatro eseri de Vuslattır(1874). Evlilikte anne- babanın değil çocukların karar vermesi gerektiği şeklindeki sosyal meseleyi ele olan dramın önsözünde , daha önceki denemelerinde yerli olay ve ifadelerin yer almayışından dolayı eleştirilmesine dikkat çekerek haklı olduklarını bunun için Milli bir piyes denemesi olarak Vuslat'ı yazdığını ifade eder. Vuslat daha önce Namık Kemal 'in yayınlanan Zavallı Çocuk'taki temayı aynen tekrarlaması ve karakterler arasındaki benzerlikler nedeniyle değerini zayıflatmıştır.

1914 yılında vefatından sonra basılan konusunu Binbir Gündüz Hikayeleri'nden alan Çok Bilen Çok Yanılır komedisi modern tiyatro türünün bütün özelliklerini taşır. Tanzimat döneminin en iyi tiyatro yazarları arasında yer alır.

F) ROMANTİK DRAM

Namık Kemal, Osmanlı Tiyatrosu'nun modernleşmesi için çaba harcarken bir tarafından da oynanmak üzre piyesler yazmıştır. 1867 yılında Avrupaya giden N. Kemal, orada da tiyatro ile ilgilendi ve burada tiyatronun sadece eğlence aracı olmadığını aynı zamanda seyircinin kültür seviyesini yükseltme görevi de olduğunu farketti. Binlerce insana hitap eden bu müessese, bir okuldu. Paris'ten yazdığı mektuplarda tiyatronun “ahlak ve lisan” mektebi olduğunu ifade etmiştir. Avrupadan dönünce Osmanlı Tiyatrosunun edebi heyetine girdi ve 1873 te “Vatan yahud Silistre'yi” yazdı. Oyun oynandıktan 1 hafta sonra Kıbrıs'a Magosa kasabasına kalebend olarak gönderildi.3 yıl içinde 600 defa oynandı. Bu sırada N. Kemal, Gülnihal'i (1875) yazıyordu. Kıbrıs da kaldığı 38 ay içinde 4 piyes yazmıştır. 1-Zavallı Çocuk (1873)2-Akif Bey (74),3- Kara Bela(1910),4-Celalettin Harzemşah( 1875). bu piyeslerin hepsi dram dır.

Vatan yahud Silistre ile Celalettin Harzemşah konuları tarihi olaylardır. Teknik bakımdam enkuvvetli eseri Gülnihaldir ki vakanın geliştirilmesi, entrik unsurların çok iyi işlenmesi, canlı karakterler olması onun bu eserini güçlü kılar. Vatan yahud Silistre ise devrin yurtseverlik ve kahramanlık duygularını çok iyi işler. Celalettin Harzemşah ise romantik dramın etkisiyle yazılmıştır. Okunmak için yazılmış, vakası da orta çağ tarihinden alınmıştır.not: tanzimat döneminin romantik dramın ilk örneğidir. Özellikle faydalı bir eğlence olarak tanımladığı tiyatro ile ilgili fikirlerini Celalettin Harzemşah'ın Mukaddemesinden öğrenmek mümkündür. Bu piyes, Abdülhak Hamid'in tarihi piyeslere yönelişini sağlamıştır.

Not: N. Kemal--> Zavallı Çocuk, R. Ekrem-->Vuslat, A.Hamid--> İçli Kız piyesleri arasında yakın tema ve vaka benzerlikleri dikkat çeker.

G) MİLLİ DRAM TERİMİ

Tiyatro alanındaki başka önemli şahsiyet ise Ahmet Mithat'tır. 1872 yılında Eyvah isimli dramı oynanmıştır. Bu oyunun teması, batılılaşmanın aile üzerindeki tesiri ve evlenmedeki eski adetlerin tenkidi şeklindedir. Burada birden fazla kadın ile evlenme tenkid edilmiştir. Bazı kesimlerce ağır tenkidlere maruz kalan A. Mithat, 1875 te Açık Baş adlı başka bir komedisi ile halkın dini duygularını kötüye kullanan din istismarcılarını eleştirmiştir. 12'ye yaklaşan eserlerinden 7 tanesi basılmıştır. 1875 te , Ahz-ı Sâr Yahut Avrupa'nın Eski Medeniyeti adlı dramı, insan hakları ve avrupadaki sınıf mücadelesini anlatmasına karşın başarısız bir dramdır. 1883 te Çerkez Özdenler adlı piyesin kapağında “Milli Dram” terimi ve “hem tiyatroda oynanmak hem de roman gibi okunmak için yazılmıştır” ifadesi yer alır.konusu Osmanlı İmparatorluğu azınlıklarından olan Çerkezlerin yaşayış tarzını anlatır. 1883 te yazılan Fürs-i Kadim'de Bir Facia yahut Siyavuş piyesi ise, konusunu eski İran tarihinden almıştır.

Bu dönem II :Abdülhamit tarafından ciddi tiyatro içerikli oyunlara izin verilmediğinden dolayı, daha çok müzikal eğlence ağırlıklı eserler sahnelenmiş ve buna Hamid de uyarak Çengi yahut Daniş Çelebi (1883), Ziba (basılmamıştır.) adlı tiyatro eserleri yazmıştır. Haricinde Hükm-i Dil 1884, Zuhur-i Osmaniyan (1879) piyesler yazmıştır. Sosyal meselelere üzerindeki hakimiyetinin yanı sıra tiyatro tekniğini ikinci plana atmıştir.

H) KURALSIZ ÜSTAD

Tanzimat tiyatrosu'nun en verimli ve en mühim şahsiyeti, şüphesiz Abdülhak Hamit'dir. İlk denemesi (1873) Macera-yı Aşk, Fransız ve İngiliz edebiyatlarından gelme tesir ile egzotik bir yapı dikkat çeker. 1874 te Sabr u Sebat ile İçli Kız 'ı yazar ardından Duhter-i Hindu 'yu (1875) yazar. Sabr u Sebat 'ta, atasözleri, halk tekerlemeleri ve cinaslı anlatım vardır. İçli Kız, Zavallı Çocuk piyesinin tesirindedir. Duhter-i Hindu 'da tekrar egzotik anlatıma döner. Bunun sebebini de şöyle açıklar: Milli Tiyatro, herkese bildiği konuları aktarır oysa tanınmayan azınlıkların ve toplulukların hayatlarını , İslam veya Osmanlı tarihinin muhteşem olaylarını anlatmalıdır. 1916 da yazılan Finten , 19.yy sonundaki İngiltere'yi anlatır.

Hamid, piyeslerinin bir kısmını nesir bir kısmını da manzum yazmıştır. Yadir -ı Harp (1917), Nazife(1878), Nesteren(1877), Eşber(1880), Tarhan (1916), İlhan(1918), Hakan(1953) v.b. Eserleri vardır. Yirmi biri bulan tiyatro eserlerinin hepsi dramdır. Genellikle romantik dramın tesirindedir. Hanid'in bütün piyeslerinde karakterler ön plandadır. Psikolojik tahlillerine büyük önem vermiştir. Özellikle ihtirasların tahlil ve tasvirinde güçlüdür. Elbette piyeslerinde tamamen sosyal konulardan uzaklaşmış değildir. Vatan ve yurtseverlik konuları Liberta'da dikkat çeker. İlk piyeslerinde teknik yapıya dikkat ederken sonraları bunu ihmal etmiştir. 1880 den sonraki piyeslerini okunmak için yazmıştır. Bunun için perde bölünüşleri düzensiz olmuştur. Perde sonlarına yaptığı ilaveler piyesin yapısını bozmuştur. Nesteren ve Liberta'yı hece vezniyle yazarken diğerlerini aruz vezniyle yazmıştır. Onun eserlerindeki en büyük kusur dil ve uslüptadır. İlk piyesler konuşma diline yakınken sonraları uzaklaşmıştır. Zaman zaman bütün tiyatro kalıplarını hiçe saymıştır. O kurallar içinde kuralsız bir üstad olmuştur.

SONUÇ


Bütün gelişmeleri kısaca özetleyecek olursak;Batılı anlamıyla tiyatro da Tanzimat döneminde görülür. Bu dönemde geleneksel tiyatro içine giren türler (kukla, Karagöz, orta oyunu gibi) de varlığını sürdürmüştür.Tanzimat’ın ilk yıllarında İstanbul’un çeşitli yerlerinde tiyatro binaları yapılmaya başlandı. Önceleri özellikle İtalyan ve Fransız, daha sonra da Ermeni tiyatro toplulukları bu binalarda oyunlar sergiledi. Mihail Naum , Güllü Agop gibi Ermeniler’in Türkçe oyunları da sergilemeleri önemli bir gelişmeye sebep oldu. Güllü Agop 1868’ de kurduğu Osmanlı Tiyatrosunda ilk kez düzenli olarak temsiller vermeye başladı; müzikli oyunlar dışında Türkçe oyunlar sergilemenin tekelini 10 yıl elinde tutmuştur. Birçok Türk erkek tiyatro sanatçısı ilk kez bu tiyatroda sahneye çıkmıştır. Müslüman Türk kadınının sahneye çıkması şeriat hükümlerine göre olanaksızdı. Bu yüzden bazı kadın rollerini bazı durumlarda yabancı kadınlar ya da erkekler oynamışlardır. Bu tiyatro 1884’te Ahmet Mithat’ın Çerkez Özdenler oyununu oynarken oyun özgürlük duyguları aşıladığı gerekçesi ile tiyatro kapatılmış, binası da yıktırılmıştır. Bundan dolayı bu tarihten 1908’e kadar kadar Türk tiyatrolarına tuluat oyunları egemen olmuştur.

Mardiros Mınakyan’ın kurduğu Osmanlı Dram Kumpanyası Türkçe oyunlar sahnelemeye devam etmiştir. Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olarak Hayrullah Efendi’nin(1817-66) Hikaye-i İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşen’i (1844) adlı dramı gösterilmektedir.Şinasi’nin Şair Evlenmesi (1860) ilk güldürü olarak kabul edilmektedir. Ali Haydar (1836-1914) ilk trajedi , Direktör Ali Bey (1844-99) de karakter güldürü örnekleri vermiştir. Yazar, çevirmen, tiyatroya maddi ve manevi destek sağlayan devlet adamı olarak Ahmet Vefik Paşa(1823-91) ’nın Tanzimat tiyatrosuna çok büyük katkısı olmuştur.Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamaları çok önemlidir. Feraizcizade Mehmed Şakir (1853-1911) duru bir Türkçe ve başarılı bir teknikle yazdığı oyunlardan ötürü “ Türk Moliere’i”olarak adlandırılmıştır.Bu dönem tiyatrolarında çoğunlukla toplumsal ve tarihsel konular işlenmiştir. Öbür türlere oranla Tanzimat döneminde tiyatro çok daha etkili olmuştur. Bu bakımdan bazı Tanzimat yazarları (Namık Kemal , Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit) tiyatro oyunları da yazmıştır.

---------- Mesaj eklendi 00:27 ---------- Önceki mesaj 00:27 zamanında eklendi ----------

TANZİMAT EDEBİYATI

BATI ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI
1850 yıllarından günümüze kadar sürer. Amacı, metod bakımından Batılı, öz ve ruh bakımından milli bir edebiyat yaratmaktır. Türk toplumundaki esaslı değişmeleri , fikir ve yenilik hareketlerini yansıtır. Üç döneme ayrılır. :

1.Tanzimat Edebiyatı :1860’ta tercüman-ı ahval gazetesinin yayımlanmasıyla başlar, 1896’ya kadar sürer. Sarsıntılar geçiren Osmanlı İmp.u durumunu kurtarmak için, ordudan başlayarak ıslahat ve devrim hareketlerine girişiyordu . 3. Selim , 2. Mahmut , Abdülmecit dönemleri böyle geçmiştir.

Bu ortamda Batıcı ve yenilikçi olan şair ve yazarlar, sanatlarını toplum için kullandılar. Fransız kültürüyle kültürüyle yetişmiş ,romantik ve ülkücüydüler. Divan şiirini yıkmaya çalıştılar. Çok yönlüydüler: şair,romancı,tiyatro yazarı...vb. Sanattan çok,fikir ve ülkü peşindedirler; zulme,haksızlığa karşı savaş açarlar. Vatan ,millet,hürriyet,adalet,meşrutiyet kavramlarını heyecanla savunurlar. Daha geniş kitlelere seslenebilmek için ,dilde sadelik yanlısıdırlar. Hemen hepsi politikacı ve mücadele adamıdırlar. Tanzimat ikinci döneminde realizmin etkisi görülür. Şiirde konu birliğini sağladılar. Aruzla yazdılar. Düzyazı dilini şiire uyguladılar. Roman,hikaye, makale gibi türler,edebiyatımıza bu dönemde girdi. İlk tanzimatçılar ,Divan şiirinin nazım biçimlerini kullandılar.

TANZİMAT DÖNEMİ SANATÇILARI:

ŞİNASİ (1826-1871): 1860’TA Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkararak yeni bir edebiyatın önderi olan Şinasi, orta yetenekte bir şair olarak kabul edilir. Toplum için sanat anlayışını benimseyen sanatçı, dilin süs ve özentiden kurtulup sadeleşmesi için çalışmıştır. Basılan ilk tiyatro eserini yazan sanatçı, aynı zamanda edebiyatımızda hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramları kullanan ilk kişidir. Edebiyatımızda akılcılığın ilk önderi sayılan Şinasi, noktalama işaretlerini edebiyatımıza kazandıran bir sanatçıdır.

Eserleri:

Şair Evlenmesi (tiyatro), Tercüme-i Manzume (çeviri şiirler), Müntehabat-ı Eşar (şiir), Durub-ı Emsal-i Osmaniye (atasözleri).



NAMIK KEMAL (1840-1888): İlk şiirlerini Divan şiirinin etkisiyle yazan sanatçı Şinasi’yle tanıştıktan sonra edebiyatın Batılılaşması gerektiğine inanır ve sonuna kadar da bu düşünceyi savunur. Daha çok hak, adalet, vatan, ahlak gibi temaları işler. İçerik olarak tamamen yeni olan şiirlerinde biçimsel olarak Divan edebiyatına bağlılık görülür. Hece ölçüsüyle denemeler yapmasına rağmen aruzu kullanmıştır. Tiyatroyu faydalı bir eğlence olarak kabul eden sanatçı, bu türde romantik dramların etkisindedir. Tiyatro eserlerinde teknik yönden yetersiz olan sanatçı kimi kez günlük konuşma dilini kullanır, kimi kez de süslü bir anlatıma başvurur. Romanlarında Batılı tekniğe uyma çabasındadır. Ancak tekniği sağlam değildir. Kahramanları romantizmin etkisiyle iyiler ve kötüler olmak üzere ayrılmıştır. Konuşma yerlerinde dil nispeten yalınken, betimlemelerde “sanatkârane”dir. Aynı zamanda gazeteci olan Namık Kemal mücadeleci bir kişiliğe sahiptir.



Eserleri:

Romanları: İntibah, Cezmi

Oyunları: Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celalettin Harzemşah, Karabela

Eleştirileri: Tahrib-i Harâbât. Takip



ZİYA PAŞA (1825-1880): Şiirleri içerik ve biçim açısından Divan edebiyatının özelliklerine uygunluk gösterir. Ancak hak, adalet, kanun gibi kavramları Ziya Paşa da kullanmıştır. Batılılaşmada şiirlerinden çok düşünceleriyle önem taşır. Hece ölçüsüyle de denemeler yapmıştır. En ünlü eseri “Terkib-i Bent”idir.



“Harâbât” adlı Divan şiiri antolojisinin önsözündeki düşünceleri nedeniyle Namık Kemal’in eleştirilerine hedef olmuştur.



AHMET MİTHAT (1844-1912): Batılı roman ve hikaye tekniğiyle Türk halk hikayelerini uzlaştırmaya çalışan Ahmet Mithat Efendi halka seslenmeyi ve eserlerinde halkı eğitmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle sık sık olayların akışını keserek okuyucuya seslenmiştir. Teknik bir kaygı gütmeyen sanatçı, dönemin en çok okunan yazarıdır. Halka okuma alışkanlığı kazandırma konusundaki başarısı herkesçe kabul edilir. Genel olarak romantizmin etkisindeki sanatçı hemen her türde eser vermiştir. Halka seslenmeyi amaçladığı için de nispeten daha sade ve yalın bir dil kullanmıştır.



Kırktan fazla romanı, pek çok öyküsü ve tiyatro eseri olan sanatçının önemli eserleri şunlardır:



Romanları: Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Felatun Bey’le Rakım Efendi, Yeryüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında.....

Öyküleri: Yeniçeriler, Letaif-i Rivayât (seri hikayeler).....

Oyunları: Çerkez Özdenler, Çengi....



AHMET VEFİK PAŞA : Ahmet Vefik Paşa Milliyetçilik ve Türkçülük akımlarının ilk büyük temsilicisidir. Moliere komedilerinden yaptığı 16 çeviri ve uyarlamayla, Türk tiyatrosuna önemli hizmetler etti.

Eserleri: Lehçe-i Osmani, Şecere-i Türk, Moliere’den Zor Nikah, Meraki, Azarya, Zoraki Takip.



RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847-1914):
“Güzel olan her şey şiirin konusu olabilir” ve “şiir ahlakla hizmet etmek zorunda değildir” düşüncesinde olan sanatçı daha çok aşk ve doğa konularını işler. Şiirlerinde romantizmin etkisinde olan Recaizade Mahmut Ekrem, yanlış batılılaşmayı ele aldığı “Araba Sevdası” adlı romanında realist bir tutum izlemeye çalışır. Sanatçının eski edebiyat taraftarlarıyla olan tartışmaları ünlüdür. Servet-i Fünuncuları bir araya toplayarak Servet-i Fünun hareketine önderlik etmiştir. Sanat için sanat anlayışına bağlı olan sanatçının dili yabancı sözcük ve tamlamalarla doludur.



Eserleri:

Şiirleri:
Nijat Ekrem, Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebab,Zemzeme (I, II, III)

Oyunları: Çok Bilen Çok Yanılır, Vuslat, Afife Anjelik

Hikayeleri:Muhsin Bey, Şemsâ

Roman: Araba Sevdası



ABDÜLHAK HAMİT TARHAN (1892-1937): Edebiyatımızda “şair-i azam” olarak adlandırılan sanatçı eskiyi yıkan ihtilalci kişiliğiyle tanınmıştır. Sanat için sanat görüşünde olan Hamit, romantizmin etksindedir ve en çok ölüm konusunu işler.

Oyunlarında tekniğe önem vermeyen sanatçı, bunları okumak için yazdığını söyler. Bunların bir kısmı manzum, bir kısmı düzyazıdır. Tiyatroda konunun yabancı toplumlardan alınması gerektiğini savunur.

Edebiyatımızda “tezatlar şairi” olarak da anılan sanatçının önemli eserleri şunlardır:

Şiirleri: Sahrai Belde veya Divaneliklerim, Makber, Ölü, Hacle, Garam, Validem, İlhamı Vatan.....

Oyunları:
Macera-yı Aşk, Sabr ü Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Tarık, Zeynep, Finten, İlhan, Turhan, Hakan (Ayrıca hece ölçüsüyle ve manzum olarak yazdığı iki oyunu da vardır: Nesteren ve Liberte)

SAMİPAŞAZADE SEZAİ (1860-1936): Gerçekçi bir yaklaşımla yazdığı “Sergüzeşt” adlı romanıyla tanınır.

Öykülerini “Küçük Şeyler” adlı kitapta toplamıştır.

NABİZADE NAZIM (1862-1893): Realist-natüralist bir anlayışı benimseyen sanatçının iki önemşi romanı “Kara Bibik” ve “Zehra”dır.

---------- Mesaj eklendi 00:29 ---------- Önceki mesaj 00:27 zamanında eklendi ----------

ARUZ ÖLÇÜSÜ

1- Aruz ölçüsünde heceler açık (kısa), kapalı (uzun) ve medli hece olmak üzere üçe ayrılır.

2- Başlıca tef‘ileler şunlardır: Fa‘ (-), Fe ul (. -),Fa‘ lün (- -), Fe i lün (. . -),Fâ i lün (- . -), Fe û lün (. - -), Mef û lü (- - .), Fe i lâ tün (. . - -), Fâ i lâ tün (- . - -), Fâ i lâ tü (- . - .), Me fâ i lün (. - . -), Me fâ î lün (. - - -), Me fâ î lü (. - - .), Müf te i lün (- . . -), Müs tef i lün (- - . -), Mü te fâ i lün (. . - . -)... Burada tef‘ilelerle parantez içindeki hecelerinin değerlerinin aynı olduğuna dikkat ediniz.

3- Aruz vezninde tef‘ileler heceleri bölebilir. Hece ölçüsündeki gibi okuyuşta tef‘ilelerde durgu yapılmaz.

4- Aruz vezninde hecelerin kısalığı ve uzunluğu esas olduğu için bazı Türkçe kelimeler kısa olduğu halde vezin gereği uzun okunur; buna imale denir. İmale kısa heceyi uzun yapar. Arapça ve Farsça kelimelerdeki bazı uzun seslerin vezin gereği kısa okunmasına da zihaf denir. Zihaf ise imalenin tersine uzun heceyi kısa yapmayı sağlar. Hece ölçüsünde böyle bir mesele yoktur. Türk edebiyatında imale çok sayıda bulunmakla beraber zihaf kusuru hoş karşılanmadığı için çok az yapılmıştır.

5- Farsça tamlama eki olan “-i” ile “ve” anlamındaki “ü, vü” bağlacı vezin gereği uzun da kısa da olabilir.

6- Medli heceler hafif bir “i, ı” sesi varmış gibi okunur. Bahâr kelimesi bahâr[ı], eşkden kelimesi ise eşkden şeklinde söylenmelidir.

7- Feilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün kalıbıyla yazılan şiirlerde ilk tef‘ile bazı mısralarda Fâilâtün, son tef‘ile ise Fa‘lün olabilir. Bu sadece bu kalıba özgü bir durumdur. Bu kalıpla yazılan şiirlerde başta imale yapmaya gerek yoktur. Farklı tef‘ile parantez içinde hemen altında gösterilir.

8- Türkçe kelimelerle aruz veznindeki başarı Muallim Naci ile başlamış olup Türk aruzu Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Âkif Ersoy tarafından gerçekleştirilmiştir. Hatta Mehmet Âkif o kadar başarılı olmuştur ki bir çok kişi İstiklâl Marşı'nın hece ölçüsüyle yazıldığını zanneder. Oysa bu marş aruzun “Fe i lâ tün / Fe i lâ tün /Fe i lâ tün /Fe i lün” kalıbıyla yazılmıştır.

9- Aruzla yazılan bir şiirin hece sayısı bazan eşit olabilir. Mısralardaki açık kapalı dizilişinin aynı olması o şiirin aruzla yazıldığın gösterir.

Cânı cânânı bütün vârımı alsın da Hüdâ 15 hece

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ 15 hece

10- Sessiz bir harfle biten kelime vezin gereği açık olması gerekirse, kendinden sonra sesli ile başlayan bir hece varsa birinci kelimenin sonundaki harf, ikinci kelimenin ilk hecesine ulanır. Buna ulama denir. Ulama kapalı heceyi açık yapar. Ulama genellikle yapılır; fakat her zaman yapılmak mecburiyetinde değildir.

11- Servet-i Fünun edebiyatçıları bir şiirde değişik aruz kalıpları kullanmak suretiyle serbest vezne zemin hazırlamışlardır. Cenap Şahabetin'in “Elhân-ı Şita” adlı şiiri bu şekilde yazılmıştır. Bu şiirdeki bazı mısralar Feilâtün / Mefâilün / Feilün, bazı mısralar ise Mef‘ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün kalıbıyla yazılmıştır.

12- Bir şiirin vezni en az iki mısradan hareket ederek bulunabilir. Tek mısraa bakarak vezin bulunmaz.

13- Mısralardaki imale ve zihaf kusuru olan heceleri altı çizilerek belirtilmiştir.

14- Bir şiirin vezni bulunurken şu işlemler yapılır:

a) Veznini bulacağımız mısraların hecelerindeki uzun seslilere dikkat ederek yazmalıyız.

b) Önce mısralardaki hecelerin açık mı kapalı mı oldukları tespit edilir.

c) Medli hece olup olmayacağı özellikle kontrol edilmelidir. Bu ihmal edilirse bir mısradaki hece değeri eksik çıkar. Mısralardaki heceler sayılarak medli hece olup olmadığı konusunda bir ipucu yakalayabiliriz.

d) Hecelerin açık kapalı değerleri karşılıklı kontrol edilir. Önce imkân varsa ulama, yoksa imale yapılır. Zihaf çok az bulunduğu için en sonra o ihtimal düşünülür.

e) Hecelerin karşılaştırılması yapıldıktan sonra açık kapalı değerleri çizgi ve nokta şeklinde ayrı bir yere geçilir. Mısra sayısına göre tef‘ile sayısı tahmin edilmeye başlanır. İlk tef‘ile en az heceden oluşur. Genelde az heceli Fa’, Fe i lün, Fâ i lün gibi tef‘ileler sonda bulunur.

f) Yazılan aruz kalıbı ile işaretler arasında uyum olmasına dikkat etmelidir

---------- Mesaj eklendi 00:30 ---------- Önceki mesaj 00:29 zamanında eklendi ----------

DİVAN EDEBİYATI

DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

1. GAZEL: Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı verilir. Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir.

2. KASİDE: Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir.

3. MESNEVİ: Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir.Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz.

Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur.

Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir.

4. KITA: Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği bulunur. Pek çok konuda yazılabilir.

5. MÜSTEZAT: Gazelin özel bir biçimine denir. Uzun dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve kısa dizeler gazel gibi kendi aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade” adı verilir.

BENTLERDE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ

1) RUBÂİ: Dört dizelik ve kendine özgü ayrı ölçüsü olan bir nazım biçimidir. Konusu daha çok dünya görüşüne ve şairin felsefi düşüncelerine yöneliktir.

Edebiyatımızda bu türün en başarılı son temsilcisi olarak Yahya Kemal gösterilmektedir.

2) TUYUĞ (TUYUK): Rubâi gibi dört dizelik bir nazım biçimidir. Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış şair Kadı Burhanettin’dir. Bu biçim yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. (Rubai, İran edebiyatından geçmedir).

BİRDEN ÇOK DÖRTLÜKLER

1) MURABBA: Dört dizelik kıtalardan oluşur. Bent sayısı 3-7 arasında değişir. Her konuda yazılır.

2) ŞARKI: Genellikle aşk, içki, eğlence konularında yazılan dört dizelik nazım biçimidir. Biçim bakımından “murabba”ya benzer. Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim’dir.

NOT: Divan edebiyatında üçlü ya da daha çok mısralı bentlerden meydana gelmiş nazım şekillerinin genel adı MUSAMMAT’tır. Yani dört dizeden oluşan murabba, şarkı gibi biçimlerin; beş dizeden oluşan tahmis, taştir, tardiyye gibi biçimlerin ya da altı veya daha çok dizeden oluşan biçimlerin tümünün üst başlığı MUSAMMAT’tır.

TERKİB-İ BENT: Bentlerle kurulan bir nazım biçimidir. Her bent, sayısı 5-10 arasında değişen beyitlerden oluşur. Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Terkib-i bentte vasıta beyti her beytin sonunda değişir ve vasıta beyti mutlaka kendi içinde uyaklı olur.

Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılmış, toplumsal yergi niteliğinde eleştirilere yer verilmiştir.

TERCİ-İ BENT: Biçim bakımından terkib-i bente benzer ; ancak vasıta beyti her bendin sonunda değişmez ve aynen tekrarlanır. Konularında daha çok Tanrının gücü, evrenin sonsuzluğu, doğanın ve yaşamın karşıtlıkları vardır.

DİVAN EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ

TEVHİT VE MÜNACÂT: Tanrının birliğini ve yüceliğini anlatan şiirlere tevhit, Tanrıya yapılan yalvarış ve yakarışları anlatan şiirlere de münacât denir. Daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır.
NAAT: Hz. Muhammed’i övmek için yazılan şiirlere denir. Bunlar da daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır.
MERSİYE: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak için yazılan şiirlerdir. Genellikle terkib-i bent biçimiyle yazılmıştır. (Bu türün, Eski Türk Edebiyatı’ndaki adı sagu, Halk Edebiyatı’ndaki adı ise ağıttır).
METHİYE: Bir kimseyi övmek için yazılan şiirlerdir. Bunlar da genellikle kaside biçiminde yazılmıştır.
HİCVİYE: Bir kimseyi yermek için yazılan şiirlerdir.
FAHRİYE: Şairlerin kendilerini övmek amacıyla yazdıkları şiirlerdir.
NOT: Divan edebiyatında bir şairin şiirine, başka bir şair tarafından aynı ölçü, uyak ve redifle yazılan benzerine “Nazire” denir. Bu, nazire yazan şairin diğer şaire karşı duyduğu saygı ve beğeniden ileri gelmektedir. Edebiyatımızda bu türde de pek çok ürün verilmiştir.

DİVAN EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ

Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.
Nazım ölçüsü “aruz”dur.
Dili Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıca’dır.
Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.
Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.
Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.
Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.
Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.
Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.
Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.
Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.
Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar), tarihler, dini metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır.
13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür.


DİVAN EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİR VE
HOCA DEHHANİ:
YAZARLARI

13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

MEVLANA : XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç Türkçe beyit dışında, tüm şiirlerini Farsça ile yazan ünlü tasavvuf şairidir. Oğlu Sultan Veled de tasavvufi konuları işleyen bir şair olarak bilinir. Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, tanınmış eserleridir.

ALİ ŞİR NEVÂİ: Çağatay lehçesinin en güzel örneklerini veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır. Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde Türkçe’nin Farsça’dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur. Hamsesi vardır. Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir.

ŞEYHİ:15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi alanında başarılı olmuştur.

SÜLEYMAN ÇELEBİ:
15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı mesnevisiyle tanınmış bir şairdir. (İslam edebiyatında Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlere SİYER denir).

FUZÛLİ: Fuzuli 16. yüzyılın en güçlü şairlerindendir. Arapça, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir. Eserlerini Azeri lehçesiyle yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Ona göre yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk arayışı vardır. Din dışı konularda yazmakla birlikte tasavvuftan da etkilendiği bilinmektedir. Kendisine bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları şikayet etmek için yazdığı “Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü yergilerden biridir.

Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi, Leyla vü Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı Hadikat-üs-Süeda’sı Şah İsmail ile II:Bayezid’i karşılaştırdığı Beng ü Bâde’si ve tıp bilgisini sergilediği Sıhhat ve Maraz’ı en tanınmış eserleridir.

BÂKİ: Baki,16. yüzyıl şairlerindendir. Döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün olanaklarından yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir.

Dünya nimetlerinin hepsinden yararlanma anlayışındadır. Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı vardır.

NÂBİ: 17. yüzyıl şairlerindendir. Divan edebiyatında didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul edilmektedir. Din, töreler ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir.

Nâbi’nin Divan’ından başka Hayriye, Hayrâbâd adlı iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül Harameyn’i ve Münşeat adlı eserleri vardır.

NEFİ: Nefi , 17. yüzyıl şairlerindendir. Edebiyatımızdaki en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki ve yergilerindeki aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık boğdurulmasına neden olmuştur. Hayal gücü çok zengin olan Nefi’nin somut benzetmelerden yararlanması da belirgin bir özelliğidir. Türkçe ve Farsça divanı olan Nefi’nin ayrıca hicviyelerini topladığı Sihamı-ı Kaza adlı bir eseri de vardır.

NEDİM: 18.yüzyıl şairlerinden olan Nedim, Lale Devri’nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve sefayı işler. “Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da etkilendiği bilinmektedir. Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu gibi, halkın konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır. Samimi ve içten bir söyleyişi olan Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri (mazmunları) bir ölçüde yıkmış olan şairin Divan’ı vardır.

ŞEYH GALİP: Divan edebiyatının 18.yüzyılda yaşamış son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Nabi’nin “Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ’nın mesnevisinden etkilenerek yazdığı “Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya koyar. Bu eserinde allegorik (sembolik) bir anlatım kullanan şair hayal gücünden ve masal ögelerinden de yararlanmıştır.

EVLİYA ÇELEBİ: (17.yy) Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.

NOT: Divan edebiyatının nesir yazarı olarak tanınan diğer önemli yazarları şunlardır:

SİNAN PAŞA: (15.yy) Tazarrunâme adlı süslü nesri ile tanınır.

MERCİMEK AHMET: (15.yy) Farsça’dan çevirdiği Kabusnâme adlı eseriyle tanınır.

NAİMÂ: (17.yy) Kendi adıyla anılan (“Naima Tarihi”) adlı tarih eserinin yazarıdır.

KATİP ÇELEBİ: (17.yy) Batılıların Hacı Kalfa dedikleri yazar ve düşünürdür. Arapça, Farsça, Fransızca, Latine bilen yazarın tarih, coğrafya, matematik konularında yazılmış eserleri vardır.

TASAVVUF FELSEFESİ

Tanrı nedir? Evrenin oluşu nasıldır? Biz neyiz? Niçin geldik dünyaya? Yaşamımızın anlamı, var olmanın aslı, gerçek, başlangıç ve son nelerdir? Bu ve bunun gibi fizik ötesi sorulara cevap vermeye çalışan düşünüş yoluna “Tasavvuf” düşüncesi denir. [Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) Teorisi].

Bu düşünüşe göre Tanrı tek varlıktır. (Vücud-i Mutlak). Aynı zamanda tek güzelliktir (Hüsn-i Mutlak).

Tek varlık olan Tanrı kendisini görecek gözler, sevecek gönüller istemiş ve kainat olarak tecelli etmiştir.

Bu tıpkı aynayla kaplı bir odada olmak gibidir. Ayna varlığın çeşitli görüntülerini yansıtır.

O halde, evren ve tüm insanlar Tanrı’nın bir görüntüsüdür. Öyleyse insanlar arasında renk, inanç, dil, ırk...gibi ayrımlar yapmak anlamsızdır.

Bütün görüntülerde “Varlık” ve “Yokluk” ögeleri bir aradadır. İnsan dünyaya bağlı tutku ve zevklerini yok ederek “Varlık” ögesini geliştirir. Bunun yolu da tekkelerden (tarikatlar) geçer. Burada insan sıkı bir eğitimle dünya nimetlerinden vazgeçerse, sonunda özü olan Tanrı’ya kavuşabilir. Bu da gerçek aşktır. İnsanların birbirlerine duyacakları aşk ise mecazdır. Bu, kişiyi Tanrı’dan uzaklaştırır. “Bir hırka, bir lokma” insana yetmelidir. Tekkelerde bu yolla Tanrı’ya ulaşan insan sonunda “Enel Hak” (“Ben Tanrı’yım”) derecesine varır. Bu kişilere “İnsan-ı Kâmil” ya da “Ermiş” denir.

DİVAN EDEBİYATI’NDA DÜZYAZI

Divan, şiire ağırlık veren bir edebiyattır. Düzyazı, ancak bilimsel çalışmalarda, tarihlerde, kimi sanatsal metinlerde ve gezi türü eserlerde kullanılmıştır.

Divan Edebiyatı’nda düzyazılar, yazılış amacı ve dil tutumu dikkate alınarak üçe ayrılır:

1. Sanatlı(süslü) Düzyazı

Söz ustalığı göstermek amacıyla yazılır. Sinan Paşa’nın Tazarru’at adlı eseri, bu türün en tanınmış örneğidir. Sanatlı düzyazıya inşa denir

2. Orta Düzyazı

Yer yer ağır ve süslü, yer yer sade bir dille yazılan düzyazılardır. Genellikle tarih kitaplarında bu düzyazı türü görülür. Osmanlılar zamanında tarihçilik,”vakanüvis” adı altında yürütülen bir tür memurluktu. Sarayda görevlendirilen vakanüvisler, önemli önemsiz her olayı günü gününe notlar halinde yazarlardı. Bu eserler, olay anlatımına dayalı olduğundan, bilimsel tarih anlayışıyla bağdaşmaz. Divan döneminin başlıca tarihçileri arasında Aşıkpaşazade ,Ali, Ebülgazi Bahadır Han,Naima, Peçevi, Mütercim Asım sayılabilir.

3. Sade Düzyazı


Dil ve anlatım ustalığının değil, ele alınan konunun önem taşıdığı düzyazı türüdür. Bu anlayış nedeniyle, sade düzyazılarda ustaca söz söyleme çabası görülmez; dil açık, yalın, doğaldır. Bu düzyazı türünü kullananlardan başlıcaları şunlardır: Mercimek Ahmet , Katip Çelebi, Evliya Çelebi (Eseri:Seyahatname).

---------- Mesaj eklendi 00:32 ---------- Önceki mesaj 00:30 zamanında eklendi ----------

HALK EDEBİYATI

Halk Edebiyatı, sözlü edebiyatın uzantısıdır. Halkın yarattığı sözlü eserlerden oluşur. Dil., biçim, konular, duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır.

HALK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ

İslamiyet'ten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı içindeki biçimidir. Bir anlamda sözlü edebiyat dönemimizin gelişmiş biçimi olarak düşünebiliriz.
Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur.
Divan edebiyatında olduğu gibi şiir yine egemen türdür.
Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır.
Nazım birimi dörtlüktür.
Ölçü, hece ölçüsüdür, En çok yedili, sekizli, on birli kalıplar kullanılmıştır.
Şiirlere genel olarak yarım uyak hakimdir.
Dil halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir.
Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır.
Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şairleri, divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır.


Halk şiirinde “mâni” ve “koşma” tipi olarak iki ana biçim vardır. Aslında az sayıda olan öteki biçimler bu iki ana biçimden çıkmıştır.

Dizelerin kümelenişi, dizelerin hece sayısı ve uyak düzeni bakımından özellik gösterenler “biçim”, biçimi ne olursa olsun konu bakımından benzerlerinden ayrılanlar da tür adı altında toplanmıştır.

I. Anonim Halk Şiiri Nazım Biçimleri:

MÂNİ: Halk şiirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi heceli dört dizeden oluşur. Uyak düzeni aaxa şeklindedir. Birinci ve üçüncü dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı mâniler de vardır (xaxa).

Mânilerin ilk iki dizesi uyağı doldurmak ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Temel duygu ve düşünce son dizede ortaya çıkar. Başlıca konusu aşk olmakla birlikte bunun dışında türlü konularda da yazılabilir.



Le beni eyle beni İpek yorgan düreyim

Elekten ele beni Aç koynuna gireyim

Alacaksan al artık Açıldıkça ört beni

Düşürme dile beni Var olduğun bileyim



Birinci dizesi yedi heceden az olan mâniler de vardır. Dizeleri cinaslı uyaklarla kurulduğu için böyle mânilere “Cinaslı Mâni” ya da “Kesik Mâni” denir.



Bugün al Sürüne

Yârim giymiş bugün al Madem çoban değilsin

Şâd edersen bugün et Ardındaki sürü ne

Can alırsan bugün al Ben bir körpe kuzuyum

Al kat beni sürüne

Beni böyle yandıran

Sürüm sürüm sürüne

TÜRKÜ: Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile getirmiştir.

Türkü iki bölümden oluşur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı verilir.

İkinci bölüm ise bentlerin sonunda yinelenen nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir.

Türküler, genellikle yedili, sekizli, on birli hece kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır.

Söğüdün yaprağı narindir narin

İçerim yanıyor dışarım serin ( bent )

Zeynep’i bu hafta ettiler gelin



Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim

Üç köyün içinde şanlı Zeynebim

( nakarat )



II. Âşık Edebiyatı Nazım Biçimleri:



KOŞMA: Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir. Genellikle hece ölçüsünün on birli (6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla yazılır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Şair koşmanın son dörtlüğünde adını ya da mahlasını söyler. Uyak düzeni genellikle şöyle olur:

baba – ccca – ddda...



Eğer benim ile gitmek dilersen

Eğlen güzel yaz olsun da gidelim

Bizim iller kıraçlıdır aşılmaz

Yollar çamu kurusun da gidelim

...... ...... .....

Karac’oğlan der ki buna ne fayda

Hiç rağbet kalmadı yoksula bayda

Bu ayda olmazsa gelecek ayda

Onbir ayın birisinde gidelim

DESTAN: Dört dizeli bentlerden oluşan, oldukça uzun bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Genellikle hece ölçüsünün on birli kalıbıyla yazılır. Uyak düzeni koşma gibidir.

baba – ccca – ddda

Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.

Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi....gibi gruplanadırabiliriz.

Esnaf Destanı

...................................

Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu

Bir katır nalladım dinle oyunu

Meğer acemiymiş bilmem huyunu

Çenemi teptirdim nalın sökerken

Manav oldum elma armut tez çürür

Cambaz oldum ip üstünde kim yürür

Kasap oldum her gün gözüm kan görür

Yüreğim bayıldı kana bakaraken

Ben bu sanatları bir bir dolaştım

Tekrar gelip şairliğe bulaştım

Kâmili mürşidin eline düştüm

Tekke-i aşk içre çile çekerken.

SEMÂİ: Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Uyak düzeni koşma gibidir:

baba – ccca – ddda

Semâilerde daja çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir.

İncecikten bir kar yağar Karac’oğlan eğmelerin

Tozar Elif Elif diye Gönül sevmez değmelerin

Dedil gönül abdal olmuş İliklemiş düğmelerin

Gezer Elif Elif diye Çözer Elif Elif diye.

VARSAĞI: Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir biçimdir. Dörtlük sayısı ve uyak düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre” “hey” “behey” gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan’dır.

Bre ağalar bre beyler Behey elâ gözlü dilber

Ölmeden bir dem sürelim Vaktin geçer demedim mi

Gözümüze kara toprak Harami olmuş gözlerin

Dolmadan bir dem sürelim Beller keser demedim mi

Karacoğlan

TÜRKÜ: Hece ölçüsünün türlü kalıplarıyla söylenen ezgili, anonim şiirlerdir. Bazen de kime ait olduğu bilinen şiirler, türkü formlarıyla söylenir. Türkülerde genellikle iki bölüm bulunur. Birincisi, şiirin iskeletini oluşturan “asıl bölüm” ; ikincisi “kavuştak”tır. Kavuştaklar, asıl bölümlerin arasına gelerek onları birbirine bağlar.

ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ

Âşık edebiaytı nazım türleri genellikle koşma ve semâi biçimiyle yazılır. Bu türler koşma ve semâilerden konuları bakımından ayrılır.

GÜZELLEME: Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın, at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir.

Dinleyin ağalar medhin eyleyim Yokuşa yukarı kekli sekişli

Elma yanaklımın kara kaşlımın İnişe aşağı tavşan büküşlü

O gül yüzlerine kurban olayım Düşmanın görünce şahin bakışlı

Dal gerdanlımın da sırma saçlımın Kuğuya benziyor boynu kıratın

Noksani Köroğlu

TAŞLAMA: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.

Ormanda büyüyen adam azgını

Çarşıda pazarda insan beğenmez

Medres kaçkını softa bozgunu

Selam vermek için kesan beğenmez

Kazak Abdal

KOÇAKLAMA: Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir.

Köroğluyum medhim merde yeğine

Koç yiğit değişmez cengi düğüne

Sere serpe gider düşman önüne

Ölümü karşılar meydan içinde

AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir (Anonim halk şiiri ürünü olan ağıtlar da vardır).

Civan da canına böyle kıyar mı

Hasta başın taş yastığa koyar mı

Ergen kıza beyaz bezler uyar mı

Al giy allı balam şalların hani

Hıfzi

MUAMMA: Kapalı bir biçimde anlatılan bir olayın ya da bilginin okuyucu tarafından anlaşılmasını, bunlarla ilgili soruların cevaplandırılmasını isteyen bir tür manzum bilmecedir.

NASİHAT: Bir şey öğretmek,bir düşüncenin yayılmasına çalışmak gibi amaçlarla söylenen didaktik şiirlerdir.

NOT: “Destan, ilahi, nefes ve deme”, hem birer nazım biçimi, hem de tür olarak değerlendirilir

HALK ŞAİRLERİNİN GRUPLANDIRILMASI

Halk şairleri, halk şiirinin yerleşmiş kurallarına bağlı kalmakla birlikte, türlü kültürel nedenlerle dil, anlatım, ölçü kullanımı bakımından farklı yönelişler içine girebilmektedirler. Ayrıca yaşadıkları çevre de onların sanat anlayışlarını farklılaştıran bir etmen olarak karşımızı çıkmaktadır. Halk şairlerini, işte bu gibi noktaları dikkate alarak şöyle ayırıyoruz:

GÖÇEBE(GEZGİN) ŞAİRLER

Bir yere bağlı kalmadan gezerler. Genellikle eğitim görmedikleri için, Divan Edebiyatı’ndan etkilenmezler. Dilleri sadedir. Hece ölçüsüne bağlıdırlar. Geleneksel şiir anlayışını sürdürürler.

YENİÇERİ ŞAİRLER

Osmanlılar zamanında askerlik, hayat boyu süren bir meslekti. Orduda görev arasında şairler yetişmiştir. Bunlar, katıldıkları savaşlarla ilgili yiğitlik şiirleriyle dikkati çekerler. Dil, anlatım, ölçü bakımından, göçebe şairler gibi geleneksel şiir anlayışına bağlıdırlar.

3. KÖYLÜ ŞAİRLER

Hayatları köylerde, kasabalarda geçer. Büyük kentlerle ilgileri olmadığı için, kent kültüründen, Divan Edebiyatı’ndan etkilenmeden, halk şiiri geleneklerine bağlı kalmışlardır.

4.KENTLİ ŞAİRLER

Genellikle Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalırlar. Hem Halk, hem de Divan Edebiyatı tarzında şiirler söylerler. Dillerinde Arapça ve Farsça sözcüklerin oranı yüksektir. Hece ölçüsüyle birlikte aruza da yer verirler.

5. TASAVVUF (TEKKE ) ŞAİRLERİ

Tekkelerde yetiştikleri, din ve tasavvuf konusunda eğitim gördükleri için, dilleri, göçebe, yeniçeri ve köylü şairlere göre bazen daha ağırdır. Zaman zaman Divan Edebiyatı’nın dil, anlatım, biçim, ölçü özelliklerini taşıyan şiirler söylerler. Örneğin Yunus Emre bile, aruz ölçüsü ve mesnevi düzeniyle Risaletü’n-Nushiyye adlı bir eser vermiştir.

HALK ÖYKÜLERİ

Halk öyküleri, destanların zamanla biçim ve öz değişimine uğramaları sonunda ortaya çıkmış sözlü eserlerdir. Anonimdir. Başlıca türleri şunlardır:

1. DESTAN ÖYKÜLER
Destanlardaki olağanüstülük gibi bazı özellikleri koruyan halk öyküleridir XIII.-XIV.yüzyılda Doğu Anadolu’da ortaya çıkan Dede Korkut Öyküleri ile Köroğlu Öyküsü, bu türün tanınmış örnekleridir.

2. AŞK ÖYKÜLERİ


İki sevgilinin aşkını, bunların kavuşmasını önleyen engellerle mücadelesini anlatan öyküler olup en tanınmışları Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvi, Asuman ile Zeycan ,Aşık Garip.v.b.’dir.

DİNİ ÖYKÜLER

İslamiyet’in yayılmasına katkıları olan kişilerin hayatlarını ve mücadelelerini temel alan öykülerdir .Hz. Ali’nin savaşlarını anlatan Kan Kalesi Cengi, Hayber Kalesi Cengi; Anadolu’da İslamiyet’in yayılması için mücadele eden komutanların savaşlarını anlatan Battal Gazi Öyküsü, Dnişment Gazi Öyküsü gibi sözlü, anonim eserler, bu türün örnekleri arasında yer alır.

TEKKE EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ

Din ve tasavvufla ilgili kavramı duygu, düşünce, ilke ve kuralları halka yaymak amacıyla bir tarikata bağlı şairlerce yazılan şiirlerdir.

İLAHİ: Din ve tasavvuf konularının işlendiği şiirlere “ilahi” denir. Tanrıyı övmek, ona yalvarmak için yazılan şiirlerdir. Özel bir ezgiyle okunur. Koşma gibi uyaklanan ilahilerde 4-4 duraklı 8’li ölçü kullanılır.

Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver sen anı

Bana seni gerek seni

Yunus Emre

NEFES: Bektaşi şairlerinin yazdıkları tasavvufi şiirlere denir. Nefeslerde genellikle Hz. Muhammet ve Hz. Ali için de övgüler bulunur.

Pir Sultan Abdal şâhımız

Hakk’a ulaşır yolumuz

On iki imam katarımız

Uyamazsın demedim mi

Aleviler, bu türde yazılmış olan şiirlere “DEME” adını verirler.

İlahi, nefes ve demeler, bestelenerek söylenir.

ŞATHİYÂT-I SOFİYÂNE: İnançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği anlaşılır. Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi şairlerinde rastlanır. Medrese hocalarına göre bu şathiyeler küfür sayılır.

Yücelerden yüce gördüm

Erbabsın sen koca Tanrı

Âlem okur kelâm ile

Sen okursun hece Tanrı

Asi kullar yaratmışsın

Varsın şöyle dursun deyü

Anları koymuş orada

Sen çıkmışsın uca Tanrı

Kaygusuz Abdal yaradan

Gel içegör şu cür’adan

Kaldır perdeyi aradan

Gezelim bilece Tanrı



NOT: Manzum olmayan Anonim Halk Edebiyatı ürünleri de vardır. Bunları masallar, halk öyküleri (Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Battal Gazi, Hz. Ali Cenkleri.........), bilmeceler, atasözleri, deyimler, Karagöz ve ortaoyunları şeklinde sıralayabiliriz.

HALK EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİRLERİ

YUNUS EMRE: (13.yy) Tasavvuf düşüncesini benimseyen şair Tanrı aşkını ve insan sevgisini dile getirmiştir.

Tekke edebiaytının en lirik şairidir. Halkın konuştuğu Türkçeyi bir edebiyat dili haline getirmiştir. Yalın ve içten bir söyleyişi vardır. Zaman zaman aruz ölçüsüyle ve divan edebiyatı anlayışıyla da şiirler yazmıştır.

Tüm insanların eşit ve kardeş olduğuna inanmış; dil, din, ırk ayrımı yapılmasına karşı çıkmıştır. Türkçe divan sahibi ilk şairdir. Ayrıca Risaletü’n-Nushiyye adlı öğretici bir mesnevisi vardır.

HACI BAYRAM VELİ : XIV.yüzyıl ikinci yarısıyla XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir tasavvuf şairidir. Bayramiyye tarikatını kurmuştur. Yunus Emre etkisinde sade bir dil ve lirik bir anlatımla dile getirdiği şiirlerinden yalnızca birkaç tanesi bilinmektedir.

KAYGUSUZ ABDAL: (16.yy) Softa görüşle alay eden özgür düşünceli bir Bektaşi şairidir. Hem heceyle hem de aruzla yazılmış şiirleri vardır.

PİR SULTAN ABDAL: (16.yy) Alevi-Bektaşi şiir geleneğinin en ünlü şairidir. Dinsel inançların etkili olduğu bir ayaklanmanın önderliğini yapmış, asılarak öldürülmüştür. Şiirini bir araç olarak kullanmasına rağmen kuru bir öğreticiliğe düşmemiş, şiirini duygu yönünden de beslemiştir.

KÖROĞLU: (16.yy) Çoğunlukla koçaklama türünde örnekler vermiş coşkulu şiirler söylemiştir. Bolu Beyi’yle olan mücadelesi efsaneleşen şair, halkın gönlünde yerini almıştır.

KARACAOĞLAN: (17.yy) Din dışı konularda yazmış, yaşama sevinci, insan ve doğa sevgisini dile getirmiştir. Âşık edebiyatının duygu yönünden en zengin ve güçlü şairidir.. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımız Karacaoğlan’ın XVI ya da XVII . yüzyılda Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayıp dolaştığı sanılmaktadır. Şair Toroslar’da, Türkmen boyları arasında yetişmiş; göçebe bir şair olarak Anadolu içinde ve dışında gezmiştir. Geleneksel şiirin dil, anlatım, ölçü anlayışından ayrılmadan aşk, doğa, ölüm, ayrılık gibi temaları işlemiştir;özellikle koşma ve semai biçimlerinde büyük başarı kazanmıştır.

GEVHERİ: (17.yy) Aruz ölçüsünü de sıkça kullanan Kırımlı bir halk ozanıdır.

DERTLİ: (19.yy) Toplumsal yergi içerikli, softalığı, yobazlığı eleştiren şiirleriyle tanınan Bolu’lu bir halk ozanıdır.

DADALOĞLU: (19.yy) Çukurova yöresinde yetişen halk şairlerindendir. Türkmen boylarının yerleşik hayata geçirilmesi için 1865’te yöreye yollanan Fırka-i İslahiye adlı Osmanlı ordusuyla Türkmenler arasındaki çatışmalara katılmış, bu olayları yiğitçe bir eda ile koçaklamalarına yansıtmıştır. Ayrıca aşk ve doğadan söz eden şiirleri de başarılıdır. Şiirlerini temiz bir halk diliyle ve hece ölçüsü ile yazmıştır.

ÂŞIK VEYSEL: XX. yüzyıl halk şairidir. Şarkışla’da doğup büyümüş, Cumhuriyetin onuncu yılında Ankara’ya gelerek şiirlerini okumuş, bundan sonra ünü yayılmaya başlamıştır. Çocukluğunda geçirdiği çiçek hastalığıyla gözünü kaybeden Aşık Veysel; genellikle gezgin bir hayat sürmüş ; kent kent dolaşarak aşktan, doğadan , kardeşlikten, birlikten, barış içinde yaşamaktan ve insanı insan yapan erdemlerden bahseden şiirlerini saz eşliğinde söylemiş; bu içeriğin halka yakın düşmesi , ona kitlesel bir sevginin doğmasına yol açmıştır. Tasavvuf felsefesinin kazandırdığı hoşgörü anlayışı, şiirinin temellerinden biridir. Şiirlerini Deyişler, Sazımdan Sesler adlı iki kitapta toplamıştır. Son olarak tüm şiirlerini , Ümit Yaşar Oğuzcan tarafından Dostlar Beni Hatırlasın adıyla yayımlanmıştır

---------- Mesaj eklendi 00:33 ---------- Önceki mesaj 00:32 zamanında eklendi ----------

AHMET YESEVİ ve DİVAN-I HİKMET

AHMET YESEVİ


Türkistan'da yetişen büyük velilerdendir. Adı Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi olup, Piri Sultan, Hoca Ahmet, Kul Hace Ahmet diye de tanınır. Babası Hace İbrahim'in nesebi Hz. Ali’nin oğlu Muhammet bin Hanefi'ye dayanır. Hicri 5.asrın ortalarında doğduğu tahmin edilmektedir. Ahmet Yesevi çok küçük yaşta babasını, 7 yaşında da annesini kaybetmiştir. Yesi şehrinde ilim ve terbiye tahsil etmiştir. Bundan dolayı YESEVİ nisbetiyle şöhret bulduğu kabul edilmiştir. Yesi'de, önce Arslan Baba’dan ders aldı. Arslan Baba'nın vefatıyla Buhara'ya gitti. Orada Yusuf Hamedani’ye bağlandı ve manevi ilimleri tahsil etti. İnsanlara doğru yolu göstermek için ondan icazet (diploma) aldı. Hoca Ahmet Yesevi Buhara'da bir müddet ders verdi. Daha sonra bu vazifeyi başkasına devredip Yesi'ye döndü ve burada talebe yetiştirmeye başladı. Büyüklüğü ve şöhreti kısa zamanda Maveraünnehir, Horasan ve Harzem dolaylarına yayıldı. Zamanın en büyük ve üstün evliyalarından oldu. Ahmet Yesevi yetiştirdiği öğrencilerinin her birini bir memlekete göndermek suretiyle İslamiyetin doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bir kısmı da Anadolu’ya geldiler. Bu vesileyle onun öğretisi Anadolu’da yayılıp tanındı. Anadolu’nun Türklere yurt olması, onun manevi işaretiyle hazırlandı. Öğrencilerinin gayretiyle Anadolu ebediyyen Türk yurdu oldu. Ahmet Yesevi’nin en önemli özelliği, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen çok sade bir Türkçe ile Hikmet denilen eğitici sözleri, Türkistan Türkleri üzerinde büyük izleri bırakmış olmasıdır. Mansur Ata, Abdulmelik Ata, Süleyman Hakim Ata, Muhammed Danişmend, Muhammed Buhari (Sarı Saltuk) Zengi Ata, Tac Ata gibi isimler Ahmet Yesevi’nin öğrencileridir.Ahmet Yesevi’nin bu öğrencileri Anadolu’da Ahi Evran, Hacı Bektaş, Mevlana, Taptuk Emre, Yunus Emre gibi isimleri yetiştirmişlerdir.Bu isimler Anadolu’da, Ahmet Yesevi’nin çizdiği yolda ilerlemişler ve Türk dilini, edebiyatını, kültürünü en güzel haliyle gelecek nesillere aktarmışlardır. Sade bir Türkçe ile Halkın anlayacağı, sohbet tarzındaki HİKMET adlı şiirleri, Çin'den, Marmara sahillerine kadar yayılıp, Türk Milletine manevi ışık olmuştur.63 yaşından itibaren yerin altında bir odada yaşamıştır. Ahmet Yesevi Hicri 590 (1194)’ da Yesi şehrinde vefat etmiştir. Kabri üzerine türbe, 200 yıl sonra, Timur Han tarafından inşa edilmiştir.


DİVAN-I HİKMET

DİVAN-I HİKMET: 12. yüzyılda Ahmet Yesevi tarafından dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle yazılmış dini, tasavvufi ve öğretici bir eserdir.
Dörtlüklerin her birine “hikmet” adı verilmiş ve bu hikmetler Orta Asya ve Anadolu’da yayılarak halkı derinden etkilemiştir.
Orta Asya ve Türk boylarının bulunduğu bölgelerde yüzyıllarca sevilerek okunan “Bakırgan Kitabı”nın yazarı olan Hakim Süleyman Ata Ahmet Yesevi’nin haleflerinden biridir.Onun eseri de dini, tasavvufi ve öğretici şiirlerden oluşmaktadır.


Bir Türkmen Yaşlısı

"Kafir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma; çünkü kalbi kırmak Allah'ı kırmaktır. Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol."
AHMET YESEVİ


DEĞERLENDİRME SORULARI

1) XI. yüzyılın sonlarında Batı Türkistan’da doğdu. Çocuk yaşlarında anne ve babasını kaybetti ve Yesi şehrine geldi. Tasavvuf yoluna girdi ve ölünceye kadar bu yolda vasıflı insan yetiştirmek için çaba sarf etti. Kurduğu tarikatla Orta Asya’da etkin olduğu gibi Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında önemli rolü oldu. Türk Tasavvuf Edebiyatımızın öncüsü ve kurucusu olarak kabul edilir. Hece vezni ile yazdığı didaktik bir divanı vardır.
Yukarıda hakkında bilgi verilen şairimiz kimdir ve eserinin adı nedir?


2)Aşağıdaki eserlerin yazarları kimlerdir?


a)Divân-ı Hikmet
b)Kutadgu Bilig
c)Atabetü’l-Hakâyık
d)Divânü Lügati’t-Türk

3) Yüknekli Edip Ahmet hangi eseriyle tanınmıştır? Bu eserin anlamını belirtiniz.


4) Yüknekli Edip Ahmet eserinde hangi konuları işlemiştir?

5)Ahmet Yesevî, Anadolu’daki Türk edebiyatını nasıl etkilemiştir?


6).........İslam medeniyeti etkisindeki Türk edebiyatının en eski eseridir. Karahanlılar döneminde Saltuk Buğra Han'a sunulduğu bilinen bu ilk eser, "Has Hacip"lik rütbesiyle anılan Yusuf un, aruz vezniyle, mesnevi şeklinde yazdığı, didaktik özellikte, ahlak, siyaset, hikmet konularını işleyen manzum bir eserdir.
Paragrafta boş bırakılan yere aşağıdakilerden han*gisi getirilebilir?
A) Divan-ı Hikmet B) Divan-ı Kebir
C) Kutadgu Bilig D) Mesnevi
E) Divan-ı Lügat-it Türk


7)Şiirlerini heceyle yazdı. "Hikmet" adı verilen şiirlerinde dini, tasavvufi konuları işledi. Asıl etkisi şiirleriyle
birlikte yayılan Tasavvuf düşüncesiyle oldu. Tasavvuf akımı Anadolu içlerine kadar onun etkisiyle geldi.
Başta Yunus Emre olmak üzere birçok tasavvuf şairini etkiledi.
Parçada tanıtılan şair aşağıdakilerden hangisidir?
A) Mevlana Celaleddin B) Ali Şir Nevai
C) Yusuf Has Hacib D) Edip Ahmet
E) Ahmet Yesevi


cool.gif
Aşağıdakilerden hangisi İslamiyet öncesi Türk destanlarından değildir?
A) Saltuk Buğra Han Destanı
B) Alp Er Tunga Destanı
C) Oğuz Kağan Destanı
D) Türeyiş Destanı
E) Ergenekon Destanı

9)Aşağıdakilerden hangisi bir "doğal destan" değildir?
A) Göç Destanı
B) Alp Er Tunga Destanı
C) Şu Destanı
D) Genç Osman Destanı
E) Ergenekon Destanı


10)İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi sözlü ürünlerinden "Sagu" ite ilgili, aşağıdaki cümlelerden hangisinde bir bilgi yanlışı vardır?
A) Nazım birimi dörtlüktür, 7'li hece ölçüsüyle söylenmiştir.
B) Sevilen bir kimsenin ölümünden sonra yapılan ve "yuğ" denilen dini yas törenlerinde söylenen şiirlerdir.
C) Bu şiirlere Halk edebiyatında "ağıt", Klasik Türk edebiyatı nazmında "mersiye" denilmiştir.
D) ilk defa Yusuf Has Hacip tarafından Kutadgu Bilig'de yazıya geçirilmiştir.
E) "Sagu'larda ölen kimsenin değeri, yaptıkları, ge*
ride kalanların duydukları acılar anlatılmıştır.


11)Kutadgu Bilig hangi nazım biçimiyle yazılmıştır?


A)Mesnevi
B)Gazel
C)Tuyug
D)Murabba
E)Koşma

---------- Mesaj eklendi 00:34 ---------- Önceki mesaj 00:33 zamanında eklendi ----------

İSLAMİYET ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI (GEÇİŞ DÖNEMİ EDEBİYATI ) (10.-19.yy)

Türkler onuncu yüzyıldan itibaren kitleler halinde İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlardır. İslam kültürünün etkisiyle yavaşa yavaş yeni bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Kendine özgü nitelikleri ve kurallarıyla “Divan Edebiyatı” adını verdiğimiz dönemin oluşumu 13.. yüzyıla kadar gelir. Daha sonra bu edebiyat anlayışı 19.yüzyıla kadar etkin bir şekilde varlığını sürdürür.



Diğer yandan, İslamiyet'ten önceki “Sözlü Edebiyat Dönemi”, İslam kültürünün etkisiyle içeriğinde küçük değişimlere uğrayarak “Halk Edebiyatı” adıyla gelişimini sürdürür. Yani, bir anlamda “Halk Edebiyatı” dediğimiz edebiyat, İslamiyet'ten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı altındaki yeni biçimlenişidir. Oysa “Divan Edebiyatı” tamamen dinin etkisiyle şekillenmiş bir edebiyattır.



Türklerin Müslüman olduğunu kabul ettiğimiz 10.yüzyılla, Divan edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilen 13. yüzyıl arasında İslamiyet'in etkisi altında verilmiş olan, bir anlamda geçiş dönemi ürünlerimiz sayılan eserler yer almaktadır.



İLK İSLAMİ ÜRÜNLER



KUTADGU BİLİG: Eserin adı “mutluluk veren bilgi” anlamına gelir. Yazarı, Yusuf Has Hacip’tir. Karahanlılar zamanında (XI. yüzyıl-1070) yazılmış, ideal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Esrin dilinde henüz Arapça ve Farsça etkisi yoktur. Birimi beyit, ölçüsü aruz, kalıbı fe u lün/fe u lün /fe ul’dür. Bilinen üç nüshası, bugün Fergana, Viyana ve Mısır’da bulunmaktadır.



DİVAN Ü LUGAT-İT TÜRK: Eserin adı, “Türk Dili’nin toplu(genel) Sözlüğü” anlamına gelir. Adından da anlaşılacağı gibi, eser bir sözlüktür; Araplara Türkçe’yi öğretmek amacıyla yazılmıştır. Bundan dolayı, Türkçe’nin Arapça karşısında savunulduğu bir eser olarak değerlendirilir. Eserde Türkçe sözcüklerin anlamları Arapça’yla açıklanmakta ve her maddeden sonra birtakım Türkçe metinler örnek olarak verilmektedir. Kaşgarlı Mahmut tarafından XI. yüzyılda yazılan eserin asıl önemi de, işte bu derleme Türkçe metinlerden ileri gelmektedir. Eserine bir de Türk illerinin haritasını koyan Kaşgarlı Mahmut, Türkçe sözcüklerin açıklamalarını yaparken dört yüze yakın dörtlükten oluşan şiirlerle atasözlerini (sav) örnek olarak verir. Divan-ı Lügat-it Türk, Türk dilinin ana eseri, Türk edebiyatının ve folklörünün bir hazinesi olarak kabul edilmektedir.

Edebiyatımızda aruz ölçüsünün ilk kullanıldığı eser olarak kabul edilmektedir. Eserde adaleti, aklı, saadeti ve devleti temsil eden dört kahramanın çevresinde gelişen olaylarla yazar, devlet idaresinin ve sosyal düzenin nasıl olması gerektiğini anlatır. Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan eserde 7500 civarında Türkçe sözcük Arapça olarak açıklanmıştır. Ayrıca Türk boylarının dilleri ve Türk illeri hakkında bilgi verir.





ATABETÜ’L-HAKAYIK: 12. yüzyılda Edip Ahmet tarafından aruz ölçüsü (Şehname) vezni) ve dörtlüklerle yazılmıştır. Eserin adı “Hakikatler Basamağı” anlamındadır. Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan eserde, bilginin fayydası, cehaletin zararları, cömertlik, cimrilik, iyi ve kötü huylar anlatılarak halka yararlı olmak amacı güdülmüştür. Dini-ahlaki bir eserdir. Edip Ahmet’in bu eseri yazarken Kutadgu Bilig’den etkilendiği bilinmektedir.



DİVAN-I HİKMET: 12. yüzylda Ahmet Yesevi tarafından dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle yazılmış dini, tasavvufi ve öğretici bir eserdir. Dörtlüklerin her birine “hikmet” adı verilmiş ve bu hikmetler Orta Asya ve Anadolu’da yayılarak halkı derinden etkilemiştir. Yesevilik tarikatının da kurcusu olan Ahmet Yesevi daha sonra Anadolu’da kurulan pek çok tarikata kaynak olmuştur.

Orta Asya ve Türk boylarının bulunduğu bölgelerde yüzyıllarca sevilerek okunan “Bakırgan Kitabı”nın yazarı olan Süleyman Ata da, Ahmet Yesevi’nin haleflerinden biridir.Onun eseri de dini, tasavvufi ve öğretici şiirlerden oluşmaktadır.



DEDE KORKUT HİKAYELERİ: Oğuz Türklerinin Rum, Abaza ve Gürcülerle yaptıkları savaşlara ait destani hikayelerdir. Halk arasında söylene söylene 14.yüzyılda son şeklini almış ve 15. ve 16. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. Hikayelerin yazarı belli değildir. Dede Korkut hikayeleri on iki hikaye ile bir önsözden oluşmaktadır. Destan geleneğinden halk öykücülüğüne geçiş dönemi ürünleridir. Hikayelerde olaylar nesir, kahramanların duygu ve düşünceleri nazımla dile getirilmiştir. Arı bir dil kullanılmış, olağanüstü olaylar yer verilmiştir

Türkçenin canlı ve doğal anlatım güzelliğini gösteren hikayelerde ses tekrarları da sıkça yer almaktadır.

Dede Korkut hikayelerinin tek ve tam nüshası Almanya’da Dresden Kütüphanesi’ndedir

---------- Mesaj eklendi 00:37 ---------- Önceki mesaj 00:34 zamanında eklendi ----------

TÜRK EDEBİYATINDA DÖNEMLER

İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI
a) Sözlü Edebiyat Dönemi

b) Yazılı Edebiyet Dönemi



İSLAMİYETİN ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI
a) Divan Edebiyatı

b) Halk Edebiyatı



BATI EDEBİYATI ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI
a) Tanzimat Edebiyatı

b) Servet-i Fünun Edebiyatı

c) Fecr-i Âti Edebiyatı

d) Milli Edebiyat

e) Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı

f) 1940 Sonrası Türk Edebiyatı



İSLAMİYET'TEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI

(..?-11.yy.)



A) SÖZLÜ EDEBİYAT DÖNEMİ:



M.S.VIII. yüzyıla gelinceye kadar Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönem edebiyatı, sözlü olarak üretilmiş ve kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde edebiyatımızı Şamanizm, Maniheizm, Budizm gibi dinler etkilemiştir.



Genel özellikleri:



Bu dönem edebiyatı müzik eşliğinde (“kopuz” adı verilen sazla) dile getirilmiştir.
Ölçü, ulusal ölçümüz olan “hece” ölçüsüdür.
Nazım birimi “dörtlük”tür.
Dönemine göre arı bir dili vardır.
Dizelere genel olarak yarım uyak hakimdir.
Daha çok doğa, aşk ve ölüm konuları işlenmiştir.
Bu döneme yönelik elimizdeki en önemli ve eski kaynak Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eseridir.


Dönemin ürünleri:



KOŞUK: “Sığır” denilen sürek avları sırasında söylenen şiirlerdir. Konusu daha çok doğa, aşk, savaş ve yiğitliktir. Bu tür daha sonra Halk edebiyatında “Koşma” adıyla anılmıştır.


SAV: Dönemin özlü sözleridir. Bugünkü atasözlerinin ilk biçimi niteliğindedir.


SAGU: “Yuğ” adı verilen ölüm törenlerinde, ölen kişilerin erdemlerini ve duyulan acıları dile getiren şiirlerdir.


DESTAN: Toplumu derinden etkileyen olaylar sonunda halk arasında kendiliğinden oluşan uzun nazım türüdür.


DESTANLARIN ÖZELLİKLERİ



1. Toplumun ortak görüşlerini yansıtması

2. Olağanüstü özellikler taşıması

3. Kişilerinin seçkin olması (Kral, Han, Hakan...vb.)

4. Milli dilde söylenmiş olması

5. Milli nazım ölçüsüyle söylenmiş olması

6. Oldukça uzun olması

7. Konuları bakımından savaş, deprem, yangın, mizah, ünlü kişilerin yaşamları şeklinde sıralanabilmesi



TÜRK DESTANLARI



Destanlarımız yazıya geçirilmedikleri için bugün bunların ancak konularını bilmekteyiz. Bunları da İran, Çin ve Arap kaynaklarından öğreniyoruz.



A) SAKA DEVRİ DESTANLARI

1) Alp Er Tunga Destanı: Türk-İran savaşlarında Alp Er Tunga’nın yiğitliklerini ve bu savaşları anlatır.

2) Şu Destanı: İskender’le Türkler arasındaki savaşı ve Türk hakanı Şu’nun kahramanlıklarını anlatır.



B) HUN DEVRİ DESTANI

Oğuz Destanı, Hun hükümdarı Mete’yi ve onun yaşamını anlatır.



C) GÖKTÜRK DEVRİ DESTANLARI

1) Bozkurt Destanı: Göktürklerin dişi bir kurttan türeyişini anlatır.

2) Ergenekon Destanı: Bir savaşta yenilen ve Ergenekon’a açılan Türklerin orada bir demir dağı eritip intikamlarını almalarını anlatır.



D) UYGUR DEVRİ DESTANLARI

1) Türeyiş Destanı: Uygurların bir erkek kurttan türeyişi anlatılır.

2) Göç Destanı: Uygur Türkleri’nin anayurtlarından göçünü anlatır.



NOT: Destanlar oluşumları bakımından iki grupta incelenebilir.



a) Doğal Destanlar: Halk arasında ortaya çıkan anon,im ürünlerdir. Bunlar genellikle daha sonra bir şair tarafından derlenip düzenlenmiştir. Bu türe örnek olarak şu destanları sıralayabiliriz.

İliada, Odysseia Yunanlıların (Homeros)

Kalevala Finlilerin

Nibelungen Almanların

Ramayana, Mahabarata Hintlilerin

Cid İspanyolların

Chanson de Roland Fransızların

Gılgamış Sümerlerin



b) Yapma (Suni) Destanlar: Bir olayın doğal destana benzetilerek bir şairce destanlaştırılmasıdır. Yapma destan örneği olarak şunları sıralayabiliriz:

Virgilius Aeneit

Dante İlahi Komedi

Tasso Kurtarılmış Kudüs

Milton Kaybolmuş (Kaybedilmiş) Cennet

Firdevsi Şehnâme



B) YAZILI EDEBİYAT DÖNEMİ



Bu dönemi Göktürk ve Uygur dönemi eserleri olarak iki grupta inceleyebiliriz.



1) Göktürk (Orhun) Yazıtları (VIII. yy): Bunlarda Çinlilere karşı bağımsızlık savaşı yapan, Türk bütünlüğünü yeniden kurmak için içte ve dışta svaşan Göktürklerin hikayesi anlatılır. Bu abideler 38 harfli olan Göktürk alfabesiyle yazılmıştır. Bunlardan en önemli olanları üç tanedir.

a) Bilge (Vezir) Tonyukuk Yazıtı (720-725): Dört bakana vezirlik etmiş olan Tonyukuk tarafından yazılmıştır. Daha çok Çinlilerle yapılan savşlar anlatılmaktadır.

b) Kül Tigin Yazıtı (732): Göktürk hakanı olan Bilge Kağan kardeşi Kül Tigin’in ölümü üzerine bu abideyi dikmiştir.

c) Bilge Kağan Yazıtı (735): Göktürk hakanı olan Bilge Kağan’ın ölümünden sonra yazdırılmış birabidedir. Son iki yazar daha çok dönemin olaylarından , törelerinden ve Bilge Kağanın ulusuna dilediği iyi dileklerden söz eder.



* “Türk” adının geçtiği ilk yazılı belge ve Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleri olan Göktürk abidelerindeki yazılar Prof. Thomsen ve Radloff tarafından okunmuştur.



2) Uygur Dönemi Eserleri: Göktürk devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur hanlıklarından kalma eserlerdir. Daha çok Buddha ve Mani dininin esaslarını anlatan metinlerdir. Bunlar Turfan yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Uygurların kağıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır. Dönemden kalma birçok hikayenin yanında “kökünç” denilen bir tür ilkel tiyatro eserleri de vardır. Uygurlar bu eserleri 14 harfli Uygur alfabesiyle yazmışlardır

---------- Mesaj eklendi 00:37 ---------- Önceki mesaj 00:37 zamanında eklendi ----------

SANATÇILAR VE EN TANINMIŞ ESERLERİ

YUNUS EMRE: Risalet-ün Nushiyye

KAYGUSUZ ABDAL: Budalaname, Mugalataname

BAYBURTLU ZİHNİ: Sergüzeştname

HACI BEKTAŞI VELİ: Makalat

HOCA DEHHANİ: Selçuklu Şahnamesi

AHMEDİ: Cemşit u Hurşit,İskendername

ŞEYHİ: Harname, Hüsrev-u Şirin

ALİ ŞİR NEVAİ: Muhakeme tul Lügateyn , Mecalisün Nefais(Türk edebiyatının ilk tezkiresidir), Mizanül Evzan

FUZULİ: Hadikat-üs Süeda, Beng ü Bade, Leyla vü Mecnun mesnevisi

BAKİ: Kanuni Mersiyesi

NEF i: Siham-ı Kaza

NABİ: Hayrabad, Sür name

ŞEYH GALİP:
Hüsn ü Aşk

ŞİNASİ: Tercüme-i Monzume, Şair Evlenmesi( Batı tekniğinde yazılmış ilk tiyatromuz), Müntehebat-ı Eşar, Durub-ı Emsal-i Osmaniye

NAMIK KEMAL:Vatan Yahut Silistre (sahnelenen ilk tiyatromuz), Zavallı Çocuk, Akif Bey, Kerbela, Celalettin Harzemşah, İntibah(ilk edebi romanımız), Cezmi(ilk tarihi romanımız)

ZİYA PAŞA: Zafername, Harabat, Eş ar-ı Ziya, Engizisyon Tarihi, Endülüs Tarihi

AHMET MİTHAT EFENDİ: Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Felatun Bey ile Rakım Efendi, Yer Yüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında, Letaif-i Rivayet, Yeniçeriler

RECAİZADE MAHMUT EKREM: Nağme-i Seher, Yadigar-ı Şebab, Zemzeme, Nejad Ekrem, Çok Bilen Çok Yanılır, Afife Anjelik, Araba Sevdası(bazı kaynaklar da bu romanı ilk realist eserimiz olarak kabul eder)

ABDÜLHAK HAMİT TARHAN: Makber, Eşber, Sahra(ilk pastoral şiirimiz), İçli Kız, Macera-yı Aşk, Duhter-i Hindu,

SAMİPAŞAZADE SEZAİ: Sergüzeşt, Küçük Şeyler, İclal

NABİZADE NAZIM: Karabibik( edebiyatımızdaki ilk realist eserdir.), Zehra(edebiyatımızdaki ilk köy romanıdır)

TEVFİK FİKRET:Rübab-ı Şikeste, Haluk un Defteri, Rübabın Cevabı, Tarih-i Kadim, Doksanbeşe Doğru, Şermin( Tevfik Fikret in çocuklar için kaleme aldığı bu şiir şairin hece vezniyle yazdığı tek şiiridir) ,sis

CENAP ŞAHABETTİN:Tamat,Afak-ı ırak, Evrak-ı Eyyam,Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözler, Körebe , Yalan, Hac yolunda

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL:Aşk-ı Memnu, Mai ve Siyah, Kırık Hayatlar, Bir Ölünün Defteri, Nemide,, Solgun DemetKadın Pençesi

MEHMET RAUF:Eylül(ilk psikolojik romanımızdır), Genç Kız Kalibi, Ferda-yı Garam

MEHMET AKİF ERSOY:Safahat

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR:Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Mürebbiye, Şık, Şıpsevdi, Gulyabani, Ben Deli miyim?...

AHMET HAŞİM:Göl saatleri;Piyale, Gurubahane-i Laklakan, Bize Göre, Franfurt Seyahatnemesi

ÖMER SEYFETTİN:Yalnız Efe, Efruz Bey, İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba Gizli Mabet, Asilzadeler, Bahar ve Kelebekler ,Beyaz Lale, Mahçupluk İmtihanı

ZİYA GÖKALP:Kızıl Elma,Yeni Hayat, Türkleşmek -- İslalaşmak Muasırlaşmak, Altı ışık, Türkçülüğün Esasları, Türk medeniyet Tarihi, Malta Mektupları

MEHMET EMİN YURDAKUL:Türkçe Şiirler, Türk Sazı Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanı, Dicle Önünde Turan a Doğru, Zafer Yolunda,

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU: Nur Baba, Erenlerin Bağından, Rahmet, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Panorama, Ankara,

HALİDE EDİP ADIVAR: Vurun Kahpeye, Sinekli Bakkal, Türkün Ateşle İmtihanı, Dağa Çıkan Kurt

REFİK HALİT KARAY: Memleket Hikayeleri; İstanbulun İçyüzü

REŞAT NURİ GÜNTEKİN: Çalıkuşu, Damga Dudaktan Kalbe, Bir Kadın Düşmanı, Acımak, Yeşil Gece, Yaprak Dökümü, Miskinler Teknesi

YAHYA KEMAL BEYATLI: Kendi Gök Kubbemiz Eski Şiirin Rüzgarıyla, Rübailer ve Hayam Rübailerini Türkçe Söyleyiş, Aziz İstanbul Eğil Dağlar, Portreler

PEYAMİ SAFA : Sözde Kızlar, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Fatih - Harbiye Bir tereddüdün Romanı, Matmazal Norolya nın Koltuğu

SAİT FAİKABASIYANIK: Semaver, Sarnıç,Şahmerdan,

Medar-ı Maişet Motoru, Mahalle Kahvesi, Kumpanya, Şimdi Sevişme Vakti, Kayıp Aranıyor, Alemdağında Var Bir Yılan

AHMET HAMDİ TANPINAR: Huzur, Beş Şehir, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Mahur Beste, XX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi

ORHAN VELİ KANIK: Garip, Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, La Fontaine Masalları, Karşı, Nasrettin Hoca Hikayeleri

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL: Şarkın Sultanları, Gönülden Gönüle, Dinle Neyden, Çoban Çeşmesi, Han Duvarları, Canavar, Akıncı Türküleri

AHMET MUHİP DIRANAS: Gölgeler, O Böyle İstemezdi, Şiirler

AHMET KUTSİ TECER: Sivas Halk Şairleri Bayramı, Köylü Temsilleri, Koçyiğit Köroğlu, Bir Pazar Günü, Satılık Ev, Köşe Başı

FALİH RIFKI ATAY: Ateş ve Güneş, Deniz Aşırı, Bizim Akdeniz, Taymis Kıyıları, Tuna Kıyıları, Zeytindağı, Yolculuk Defteri, Niçin Kurtulmamak

CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI (HALİKARNAS BALIKÇISI) : Ege Kıyılarından , Aganta Burina Burinata, Merhaba Akdeniz, Deniz Gurbetçileri, Turgut Reis, Mavi Sürgün, Hey Koca Yurt

MEMDUH ŞEVKET ESENDAL: Ayaşlı ve Kiracıları, Miras

CAHİT SITKI TARANCI: Ömrümde Sükut, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel, Ziya ya Mektuplar

TARIK BUĞRA:Küçük Ağa, İbiş in Rüyası, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uyku Arasında, Gençlik Türküsü, Firavun İmam, Gençliğim Eyvah, Yağmur Beklerken, Dönemeçte

CAHİT KÜLEBİ: Adamın Biri, Rüzgar, Atatürk Kurtuluş Savaşında, Anadili Öğretimi, Sıkıntı ve Umut, Yangın

KEMAL TAHİR: Esir Şehrin İnsanları, Yorgun Savaşçı, Devlet Ana, Bozkırdaki Çekirdek, Körduman

NECİP FAZIL KISAKÜREK: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Bir Adam Yaratmak, Künye, Tohum, Satırbaşı, Sonsuzluk Kervanı,

---------- Mesaj eklendi 00:39 ---------- Önceki mesaj 00:37 zamanında eklendi ----------

ŞİİR

Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır.

Şiiri düz yazıdan ayıran ölçü, mısra, ahenk gibi unsurlar vardır.

Nazım (şiir) biçimindeki yazılara "manzum"; Nazım parçalarına da "manzume" denir.







ŞİİR TÜRLERİ



LİRİK ŞİİR

Aşk, ayrılık, hasret ve özlem gibi konuları işleyen duygusal şiirlerdir.

*Duygu, coşku ve akıcılık söz konusudur.

*Gazel, şarkı koşma, semai lirik şiire örnektir.







PASTORAL ŞİİR


Doğa güzelliklerini, kır ve doğa sevgisini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban yaşamını, bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. Şair doğa karşısındaki duygularını anlatıyorsa "idil", bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatıyorsa "eglog" adını alır.







EPİK ŞİİR

Destansı özellikler gösteren şiirlerdir.

*Kahramanlık, yiğitlik gibi konular işlenir.

Okuyanda coşku yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır.







DİDAKTİK ŞİİR

Bilgi vermek, öğretmek, öğüt vermek gibi öğretici amaç taşıyan şiirlerdir.

*Ahlakilik hakimdir.

*Kuru bir üslubu vardır.

*Manzum hikayeler ve fabllar hep didaktiktir.







SATİRİK ŞİİR

Toplumdaki çeşitli düzensizlik ve bozuklukları yeren, taşlayan şiirlerdir.

Halk edebiyatında "taşlama",

Divan edebiyatında "hiciv" denir.







DRAMATİK ŞİİR
Tiyatronun manzum şekline denir. Dramatik manzume, karşılıklı konuşma şeklinde yazılan manzumelerdir.





ŞİİR BİLGİSİ



MISRA (DİZE)

Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir.





BEYİT (İKİLİK)

Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.





ÖLÇÜ (VEZİN)

Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.





HECE ÖLÇÜSÜ:

Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.



ARUZ ÖLÇÜSÜ:

Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.

İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.

Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.





SERBEST ÖLÇÜ:

Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.





REDİF

Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.

*........uzakta

*........plakta





KAFİYE

Şiirde mısra sonlarındaki ses benzerliklerine denir. Kafiyeyi oluşturan eklerin ya da kelimelerin; yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı olmalıdır.

*...........derinden.

*...........kederinden.





KAFİYE ÇEŞİTLERİ



YARIM KAFİYE:

Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.

*............dizildi

*............yazıldı.





TAM KAFİYE:

İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.

*.........karanlık

*.........artık





ZENGİN KAFİYE:

Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.

*........... yolculuk

*........... soluk





CİNASLI KAFİYE:

Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.

*...........vakit çok geç

*...........nasıl geçersen geç.





KAFİYE ÖRGÜSÜ



DÜZ KAFİYE: "a a a b" ya da

"a a b b" olmalı.



ÇAPRAZ KAFİYE: "a b a b" olmalı.



SARMA KAFİYE: "a b b a" olmalı.

---------- Mesaj eklendi 00:41 ---------- Önceki mesaj 00:39 zamanında eklendi ----------

EDEBİYATIMIZDA İLKLER

*İlk yerli tiyatro eseri:Şinasi / Şair Evlenmesi /1859

*İlk yerli roman :Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat

*Batılı tekniğine uygun kusursuz ilk roman :Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı memnu

*İlk çeviri roman :Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859

*İlk köy romanı :Nabizade Nazım / Karabibik

*İlk psikolojik roman:Mehmet Rauf / Eylül

*İlk realist roman :Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası

*İlk resmi Türkçe gazete :Takvim –i Vakayi

*İlk yarı resmi gazete :Ceride-i Havadis

*İlk tarihi roman :Namık Kemal / Cezmi , Ahmet Mithat / Yeniçeri

*İlk özel gazete :Tercüman-ı Ahval / Şinasi ile Agah Efendi

*İlk pastoral şir:A.Hamit Tarhan /Sahra

*İlk şiir çevirisini yapan ,ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerine ilk kez kullanan ilk Türk gazeteci :Şinasi

*Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan :A.Hamit /Eşber veya Sardanapal

*Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri:A.Hamit/Nesteren

*İlk bibliyografya:Keşfü’z Zünun /Katip Çelebi

*İlk hatıra kitabı :Babürşah /Babürname

*İlk hamse yazarı :Ali Şir Nevai Ms

*İlk tezkire :Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais

*İlk antolojisi:Ziya paşa /Harabat

*İlk atasözleri kitabı :Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye

*İlk mizah dergisi:Diyojen /Teodor Kasap

*İlk hikaye kitabı :A:Mithat /Letaif-i Rivayet

*İlk fıkra yazarı :Ahmet Rasim

* Türkçe yazılan ilk kitap :Kutadgu Bilig

*İlk siyasetname :Kutadgu Bilig

*İlk mensur şiir örneklerini veren :Halit Ziya

*Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan :Mehmet Emin Yurdakul

*Dünya edebiyatındaki ilk modern roman :Cervantes/Don Kişot

*İlk makale :Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi

*İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk:Fecr-i Ati

*Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser : KUTADGU BİLİG

*İlk seyahatname : MİR’ATÜL MEMALİK / SEYDİ ALİ REİS

*İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi

*Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü

*Dünya edebiyatındaki ilk hikayeci ve eseri: Boccaio Decamkeron

*Sahnelenen ilk tiyatro: Namık Kemal / Vatan yahut Silistre

---------- Mesaj eklendi 00:41 ---------- Önceki mesaj 00:41 zamanında eklendi ----------

1.)TEŞBİH(BENZETME)

Sözü daha etkili duruma getirmek için aralarında ilgi bulunan iki unsurdan güçsüzü olanı güçlü olana benzetmektir.
Benzetmede dört unsur bulunur:
a)Benzenen b)Benzetilen
c)Benzetme Yönü d)Benzetme Edatı
Bu öğelerin kullanılıp kullanılmaması açısından da üç çeşit benzetme vardır:
--- Çocuk tilki gibi kurnaz biriydi.

---Minik yavrucak elma gibi kıpkırmızı yanaklarıyla gülücükler saçıyordu.
Benzeyen

---Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi zeybeğin

---Binalar kale gibi olduğundan içeri
B.tilen B.nen B.E
girilemiyordu.
---Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
B.tilen B.yen


---Karısına yıllarca cehennem hayatı yaşattı.
B.tilen B.yen

---Muavin,yolculara: Pamuk eller cebe!
B.tilen B.yen

diye bağrıyordu.

2.İSTİARE(EĞRETİLEME)

Benzetmenin asıl unsuru olan benzeyen ve benzetilenden yalnızca biri kullanılarak yapılır.
a.)Açık İstiare:Benzeyenin bulunmayıp yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.
b.)Kapalı İstiare:Benzetilenin bulunmayıp yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.

---Bir hilal uğruna ya rab ne güneşler batıyor. (A.İ)
---Ay,altın ağaçlardan yere damlıyordu.(K.İ)
Açtım avucumu altına tuttum.
---Ülkemizde üniversiteden mezun olmuş pek çok fidan artık iş de bulamıyor.(A.İ)
---Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar.(K.İ)
---Bugün gökten inciler yağıyordu.(A.İ)
---Galatasaray,Fenerbahçe kalesine gol yağdırdı.(K.İ)
---Genç adamın sözleri,kızın yüreğini yakıyordu.(K.İ)
---Sanat,hür bir ortamda boy atar.(K.İ)
---Kurban olam,kurban olam,
Beşikte yatan kuzuya.(A.İ)


3.)KİNAYE

Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanmaktır.
Uyarı:Kinayede daha çok mecaz anlam kastedilir.
---Mum dibine ışık vermez.
---Hamama giren terler.
---Taşıma su ile değirmen dönmez.
---Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
---Ateş düştüğü yeri yakar.
---Yaptığı hatayı anlayınca yüzü kızardı.

4.)MECAZ-I MÜRSEL(AD AKTARMASI)

Benzetme amaç güdülmeden bir sözün ilgili olduğu başka bir söz yerine kullanılmasıdır.
---İşe alınman için dün şirketle görüştüm.(İnsan)
---Yarın sınıfı 9/H sınıfı yapacak.(Öğrenci)
---Toplantıya Milliyet gazetesinin güçlü kalemleri de geldi.(Yazar)
---Nihatın golüyle tüm stat ayağa kalktı.(Seyirci)
---O evine çok bağlı bir insandır.(Ailesi)
---Bu olay üzerine bütün köy ayaklandı.(Halk)
---İstanbul'dan kalkan uçak az önce Adana'ya indi.(Havaalanı)

5.)TEŞHİS(KİŞİLEŞTİRME)

İnsan dışındaki canlı cansız varlıklara insan özelliği kazandırmaktır.
Her teşhiste aynı zamanda kapalı istiare vardır.
---Güzel gitti diye pınar ağladı.
---Menekşeler külahını kaldırır.
---Bir sarmaşık uyanıyordu uykusunda
Geriniyordu bir eski duvarın sıvasında.
---Toros dağlarının üstüne,
Ay un eledi bütün gece.
---O çay ağır akar,yorgun mu bilmem,
Mehtabı hasta mı,solgun mu bilmem.
---Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın,
Eskici dükkanında asma saat,
Çelik bir şal atmış omuzlarına.
---Yalnızlığın okşadığı kalbime,yağmurlar küskün,
En güzel türküyü bir kurşun söyler.
---Bu akşam sonbahar ne kadar serin,
Geceyi hasretle zaman.

6.)İNTAK(KONUŞTURMA)

İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır.Her intak sanatında teşhis sanatı vardır;ancak her teşhiste intak sanatı yoktur.
---Deniz ve Mehtap sordular seni: Neredesin?
---Maymun şunu anlatmak istemişti fikrince:
Boşa gitmez kötüye bir ceza verilince.
---Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
İçimde kanayan yara gibisin.
---Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk,derdim büyük
Ben onunçün inilerim
---Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
---Adam elini uzattı,tam onu koparacağı sırada menekşe: Bana dokunma!diye bağırdı.

7.)TECAHÜL-İ ARİF

Anlam inceliği oluşturmak için herkesçe bilinen bir gerçeği bilmiyormuş gibi aktarmalıdır.
---Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz.
---Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
---Gökyüzünün başka rengi de varmış,
Su insanı boğar,ateş yakarmış.
---Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?
---Saçların dalgalı,boya mı sürdün?
Gelmiyorsun artık,bana mı küstün?
---İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
8.)HÜSN-İ TA'LİL
Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında başka,güzel bir nedene bağlamadır.
---Gül bahçesi sevgiliden haber geldiği için
Süslendi ve güzel kokular süründü.
---Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak.
---Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
---Benim kaderime ve yalnızlığıma
Irmaklar bile ağladı.
---Rüzgar gökte bir gezinti,
Üşürüz her akşam vakti,
Ne sıcak vücutlar gitti,
Toprağı ısıtmak için.
---Güller kızarır utancından o gonca gül gülünce
Sümbül bükülür kıskancından kakül bükülünce.
---Bir an önce görülsün diye Akdeniz,
Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır.
---Toros dağlarının üstüne
Ay, un eledi bütün gece.

9.) MÜBALAĞA (ABARTMA):

Sözün etkisini güçlendirmek için bir şeyi olduğundan daha çok ya da olduğundan daha az göstermektir.
---Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış.
---Alem sele gitti gözüm yaşından.
---Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Gözüm yaşı değirmeni yürütür.
---Bir gün gökyüzüne otursam,
Evlerin tavanlarını birer birer açsam.
---Sıladan ayrıyım,gözümde yaşlar,
Sel olup taşacak bir gün derinden.
---Sana olan aşkım dağı taşı eritir,
Gözümdeki yaşlardan bir deniz olur.
---Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
---Sekizimiz odun çeker,
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu ,kaynatırım kaynamaz.
---Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.
---Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.

10.)TEZAT (KARŞITLIK)

Aralarında ilgiden dolayı,birbirine zıt kavramları bir arada kullanmaktır.

---Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.
---Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
---İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.
---Sana çirkin dediler,düşmanı oldum güzelin.
---Yükseğinde büyük namlı karın var,
Alçağında mor sümbüllü bağın var.
---Gülmek ol,goncaya münasiptir,
Ağlamak bu,dil-i hazine gerek.
---Karlar etrafı bembeyaz bir karanlığa gömdü.

11.) TEVRİYE (AMACI GİZLEME)

İki değişik anlamı olan bir sözcüğün bir dize ya da beyitte iki anlamının da kullanılmasıdır.
---Tahir Efendi bize kelp demiz (Tahir:özel ad.)
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp Tahirdir.


---Bu kadar letafet çünkü sende var,
Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

---O güzel yüzün benli de,
Göğsün niye bensiz?
---Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş,
Ben yarime gül demem,yarim bana gülmedi.

---Beyefendi ailenin güneşi,sen de ayısın.

---Sen gittin yaslara büründü cihan,
Soluyor dallarda gül dertli dertli.

---Şu köpek leşi de şurda fuzuli,
O kadar içerlediysen tut kıçından
Vur yere de çıksın içindeki ruhi.

12.)TELMİH (HATIRLATMA)

Söz arasında herkesin bildiği bir olaya ya da kişiye işaret etme sanatı.
---Vefasız Aslıya yol gösteren bu,
Keremin sazına cevap veren bu.
---Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor teshidi,
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
---Ekmek Leyla oldu bire dostlarım,
Mecnun olup ardı sıra giderim.
---Şu Boğaz harbı nedir?Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi.
---Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım.
---Gökyüzünde İsa ile,
Tur dağında Musa ile ,
Elindeki asa ile,M
Çağırayım Mevlam seni.

13.)TARİZ (TAŞ ATMA)

Bir kişiyi iğneleme,bir konuyla alay etme veya sözün tam tersini kastetmedir.
---Müftü Efendi bize kafir demiş.
---Tutalım ben ona diyem müselman.
---Lakin varıldıktan ruz-ı mahşere,
İkimiz çıkarız orda yalan.
---Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden.
---Tahir Efendi bize kelp demiş,
İltifatı bu sözde zehirdir,
Maliki mezhebim benim zira,
İtikadımca kelp Tahirdir.
---Bir nasihatım var zamana uygun,
Tut sözümü yattıkça yat uyuma,
Meşhur bir kelamdır sen kazan sen ye,
El için yok yere yanma.
---O kadar zeki ki bütün sınıfları çift dikiş gidiyor.

14.)TEKRİR

Anlatımı güçlendirmek için bir sözü sık sık tekrar etmektir.
---Beni bende demen,ben değilim,
Bir ben vardır,bende benden öte.

---Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola oğlu aşı,

Yağ ile bal ede bir söz.

---Ben güzele güzel demem,
Güzel benim olmayınca.

---Seni tanımadan önce ben,ben değildim,
Seni tanıdıktan sonra aslında bensizliğin sensizliğin olduğunu anladım.

---Gece midir insanı hüzünlendiren,
Yoksa insan mıdır hüzünlenmek için, Geceyi bekleyen?
Gece midir seni bana düşündüren?

Yoksa ben miyim seni düşünmek için,
Geceyi bekleyen?


15.)TENASÜP (UYGUNLUK)

Anlam yönünden birbiriyle ilgili sözcükleri bir arada kullanmaktır.
---Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece,bu yıldızlar,bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

---Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. (Yahya Kemal Beyatlı)

---Arım,balım,peteğim,
Gülüm,dalım,çiçeğim,
Bilsem ki öleceğim,
Yine seni seveceğim,

---Güller kızarır o gonca gül gülünce,
Sümbül bükülür kıskancından kalül bükülünce

---Bu akşam ışık olduk,renk olduk,ses olduk,
Yeniden kışla olduk,asker olduk,tüfek olduk.

16.)LEFF ÜNEŞR

Bir dizede iki ya da daha fazla kavramdan bahsettikten sonra diğer dizede onlarla ilgili açıklama yapmaktır.
---Bakışların fırtına,
Duruşun durgun su,
Biri alabora eder,
Biri boğar.

---Gönlümde ateştin,gözümde yaştın,
Ne diye tutuştun,ne diye taştın.

---Ben bir sedefim,sen nisan bulutu,
Ver damlaları,al yuvarlak inciyi.

17.)İSTİFHAM(SORU SORMA)

Anlatımı daha etkili hale getirmek için cevap alma amacı gütmeden soru sormaktır.
---Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? (Mehmet Akif Ersoy)
---Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz? (Cahit Sıtkı Tarancı)
---Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
---Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın?
---Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?Şaşarım!
---Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?

18.)TEDRİC

Birbiriyle ilgili kavramların bir derece gözetilerek sıralanmasıdır.
---İki asker,mızrak mızrağa,kılıç kılıca,hançer hançere vuruşmaya başladı.
---Makbar,makber değil;bir türbe,türbe değil;bir mabet,mabet değil;bir küre,küre değil;bir sonsuz uzay.


19)NİDA (SESLENME)

Şiddetli duyguları,heyecanları coşkun bir seslenişle anlatmadır.Daha çok ay,ey,hay,ah ünlemleriyle yapılır.
---Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü! (Arif Nihat Asya)
---Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
---Çatma kurban olayım ey nazlı hilal!

20.)CİNAS

Yazılışları aynı,anlamları farklı sözcüklerin bir arada kullanılmasıdır.
---Niçin kondun a bülbül kapımdaki asmaya
Ben yarimden ayrılmam götürseler asmaya.

---Göl kıyısındaki sazların arasında bir saz sesi geliyordu.

--- Kara gözler,
Sürmeli kara gözler,
Gemim deryada kaldı,
Gözlerim kara gözler.

---Kalem böyle çalınmıştır yazıma,
Yazım kışıma uymaz,kışım yazıma.

---Böyle bağlar,
Yar başın böyle bağlar,
Gül açmaz,bülbül ötmez,
Yıkılsın böyle bağlar.

21) ALİTERASYON

Dize ya da mısrada ahenk oluşturacak şekilde,aynı sesin veya hecenin tekrarlanmasıdır.
---Eylülde melül oldu gönül soldu lale
Bir kaküle meyletti gönül geldi bu hale.
---Seherde seyre koyuldum semayı deryayı.
---Kara toprak içinde kara karıncayı karanlık gecede görür.
---Beyaz gerdanında bir de ben gerek.

22.) SECİ

Düz yazıda cümle içinde yapılan uyağa denir.
---İlahi,kabul senden,ret senden;şifa senden,dert senden İlahi,iman verdin,daim eyle;ihsan verdin,kaim eyle.
---Ten cübbesi çak gerek,gönül evi pak gerek.
---Ey gönlümün nuru,gönüllerin süruru!
---De gül idim ben sana mail sen ettin aklımı zail. (Fuzuli)

_________________

---------- Mesaj eklendi 00:42 ---------- Önceki mesaj 00:41 zamanında eklendi ----------

ROMAN VE HİKAYE

H İ K Â Y E


İlk Çağ Anadolu’sunda masal, ve tarihi olayları anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağda özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” sağlam bir hikaye geleneğinin varlığını bildirmektedir. Bu gelenek, Arapça’dan yapılan çevirilerle Avrupa’ya masal, efsane, rivayetler şekliyle yayılmıştır.

Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. XVI. Yüzyılda yazdığı “Decameron” adlı eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir. Rönesans’ın etkisiyle de XIX. Yüzyıl edebiyatının en yaygın türü olmuştur.

Bizde, destanlar, halk hikâyeleri , ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. Ve XV. Yüzyıl-da “Dede Korkut Hikâyeleri” ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır.

XIX. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi “Letaif-i Rivayet ( söylene gelen güzel şeyler ) adlı eserini yazarak vermiş; “Kısadan Hise” ile bu türü geliştirmiş, Sami Paşazade Sezai : “Küçük Şeyler” adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur. Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin’le kazanmıştır.

TANIMI : Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye diyoruz.



HİKÂYENİN UNSURLARI

1) OLAY:
Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur

2) KİŞİLER: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.

3) YER: Olayın yaşandığı çevre veya mekândır.

4) ZAMAN :
Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür.

5) DİL VE ANLATIM : Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.

Anlatım ise: iki şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “hikâyede birinci kişili anlatım” ; yazarın ağzından anlatılanlar “hikâyede üçüncü kişili anlatım”

HİKÂYEDE PLÂN:

Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar:

1) SERİM: Hikayenin giriş bölümüdür.Bu bölümde olayın geçtiği çevre , kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır.

2) DÜĞÜM : Hikayenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.

3) ÇÖZÜM : Hikayenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür

Ancak bütün hikayelerde bu plân uygulanmaz , bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur .Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır.

Ö Y K Ü Ç E Ş İ T L E R İ

Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde , kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikaye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre



. 1) OLAY ( KLASİK VAK’A ) HİKÂYESİ : Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için “Mopasan Tarzı Hikâye” de denir

Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin’dir..



2) DURUM ( KESİT ) HİKÂYESİ: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.

Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikâye” de denir.

Bizdeki en güçlü temsilcileri : Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır

3) MODERN HİKÂYE : Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir.

Hikâyede bir tür olarak 1920’lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Fransız Kafka’dır Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner’dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları , felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.

R O M A N



Latince’de, “yazı” anlamına gelen bir sözcüktür Roma’da bozulmuş latince’ye verilen ad olarak kullanılırken daha sonra yaşanmış bir olayı hikâye etme anlamında kullanılmaya başlanmış; çağımızda ise, öykü türünün her yönüyle gelişmiş şekline “roman denmiştir.

Yani yaşanmış ya da yaşanabilir olayları, yer, zaman, çevre ve insan unsurlarına dayanarak, geniş bir bakış açısıyla anlatan yazı türüne ROMAN diyoruz.



ÖZELLİKLERİ:

1) Konusu insan ve dünyadır.

2) Gerçek yaşamı yansıtmaya çalışır.

3) Anlattığı olay, çevre ve kişiler, yaşamdan alınır

4) Olay ve kişileri ayrıntılı anlatma, tahlil ve tasvirlere çok yer verme, bir ana olay etrafında bir çok küçük olaya yer verme bakımından hikâye türünden ayrılır

Roman türünün ilk örneğini ilk defa XVI. Yüzyılda İspanyol yazar Miguel de Cervontes ( Mişel dö Servantes) “ Don Kişot” adlı esriyle vermiştir XVII. Yüzyılda Madema de la Fayette : “Princesse de Clevs “ adlı eseriyle onu takip etmiş; XIX. Yüzyılda gelişen romantizm verealizm akımları bu tütün de gelişmesinde etkili olmuştur..



Türk Edebiyatında daha önceleri bu türün yerini tutan MESNEVİLER vardı Batılı anlamdaki roman türü bizde önce çevirilerle başlar.

İlk olarak Yusuf Kâmil Paşa Fransız yazar Fenelon’dan “Telmaque”adlı esri çevirmiş ; sonra Wictor Hugo’dan “Sefiller”, Daniel Defo’dan “Robinsun Crosoe” ve Alexandre Dumas ‘dan “Monte Criesto” çevrilmiştir.



Bizde ilk yerli romanı Şemsettin Sami : “Taaşşuk u Talat ve Fitnat adlı eseriyle vermiştir.

Daha sonra Namık Kemal “İntibah “ adlı eseriyle ilk edebi roman örneğini Halit Ziya Uşaklıgil “Mai ve SİYAH “la ilk modern roman örneğini vermişlerdir. Bunları “Araba Sevdası “ adlı romanıyla Hüseyin Rahmi , “Eylül” adlı romanıyla Mehmet Rauf takip eder .

Milli Mücadele döneminde Halide Edip “Ateşten Gömlek “, “yaban”. Reşat Nuri “Çalıkuşu “ romanlarıyla bu türü mükemmele ulaştırır.

ROMAN ÇEŞİTLERİ

A ) KONULARINA GÖRE

1 – Tarihi Roman : Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır.

İlk örneğini Valter Scolt “Vaverley “ adlı eseriyle vermiş. Bunu Gogol ,”Toros Bulba “, W. Hugo “Nöturdam de Paris “ , A. Dumas “Monte Criestove Üç Silhşörler” le takip eder

Türk edebiyatında ilk örneği N. Kemal’in “Cezmi “ romanıdır. N. ADSIZ’ın “Bozkurtlar “;T Buğra “Küçük Ağa “, Küçük Ağa Ankara'da” K. Tahir’in Yorgun Savaşçı”. “Devlet Ana” bu tür romanlardır.

2 - Macera Romanı:Günlük hayatta her zaman rastlanmayan, şaşırtıcı, sürükleyici, esrarengiz olay-ları anlatan romanlardır “Serüven Romanları” da denir. Bir araştırma ve izlemeyi anlatan “Polisiye Roman “, alışılmışın dışında uzak yerleri ve yaşamları anlatan” Egzotik Romanlar” da bu gruba )- girer.

Dünya edebiyatında R. L. Stevensın’ın “Hazine Adası”. D. Defo’nun “Rabinson Cruse” R . Kiplink’in “Cangel”; Türk edebiyatında A. Mithat Efendinin “Hasan Mellah “ . “Dünyaya İkinci Geliş”, Peyami Safa’nın “ Cingöz Recai “ bu türün en tanınmış örnekleridir.

3) Sosyal Roman : İnsan yaşamınn sınırsız kültür birikimi içinde yer alan ve insanı derinden etkileyen toplumsal, siyasi olaylar, inançlar, gelenek ve görenekleri bazen eleştirisel, bazen de bilimsel açıdan ele alıp anlatan romanlardır

Dünya edebiyatında : W. Hugo’nun “Sefiller “, Tolstoy’un “Suç ve Ceza”; Türk edebiyatında Namık Kemal’in “İntibah “,R. M. Ekrem’in Araba Sevdası “ A. M. Efendinin “Felatun Bey İle Rakım Efendi bu tür romanlardır.

Bir fikri savunup bilimsel verilerle olaya yaklaşan “Tezli Roman “( Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı gibi.) ; toplumdaki inanç ve gelenekleri anlatan Töre Romanı” ( Halide Edip “ Sinekli Bakkal) bir olayı eleştirisel yaklaşımla anlatan “Yergi Romanı “ (Y Kemal’in İnce Memet “ ) ; belli bir yerin özelliklerini anlatan “Mahalli Roman ( F. Baykurrt’un “ Yılanları Öcü “) sosyal romanın çeşitleridir

4)- Psikolojik Roman : ( Tahlil Romanı ) : Dış alemdeki olaylardan çok , kahramanların iç dünyasını, ruh hallerini ele alarak kişilerin toplumla ilişkilerini, bunların birbirinden nasıl etkilendiklerini anlatan romanlardır.

İlk örneği: Madame de La Fayette’nin “Prencesse de Clevs” Adlı romandır.

Bizde Mehmet Rauf’un “Eylül” ilk örnektir. Peyami Safa’nın “Matmazel Noralya’nın Koltuğu”, “Bir Tereddütün Romanı “, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu “ bu türdendir.

5) Otobiyografik Roman: Yazarın kendi yaşamın anlattığı romanlardır. Dünya edebiyatında Alfonse Dode’nin “Küçük Şeyler “ , bizim edebiyatımızda: Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun “Anamın Kitabı “. P. Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”bu türün örnekleridir.

NEHİR ROMAN : Bir kişinin, bir toplumun hayatındaki gelişmeleri ya da tarihi bir olayı birden fazla cilt halinde anlatan romanlardır.

Tarık Buğra’’nın “Küçük Ağa”, “Küçük Ağa Ankara’da” , “Firaun İmanı”; Nihal Adsız’ın “Bozkurtlar “ , “Bozkurtların Ölümü”, “Bozkurtlar Diriliyor” romanları gibi.



B) KONULARIN IŞLENİŞİNE GÖRE ROMANLAR:

1 – Romantik Roman . Romantik akıma uygun olarak, duygu ve hayallerin ön plânda olduğu romanlardır.( İntibah”, “Eylül”, “Mai Ve Siyah” gibi )

2 – Realist Roman : Gerçekçi akıma uygun olarak gözlem ve deneyimin duygu ve hayalden daha ön plânda olduğu akımdır İlk örneği R. M. Ekrem’in “Araba Sevdası “.

3 – Natüralist Roman: Bilimsel araştırmalara bağlı kalarak kahramanlarını gözlemlerle seçen romanlardır.

---------- Mesaj eklendi 00:43 ---------- Önceki mesaj 00:42 zamanında eklendi ----------

Biyografi (Yaşamöyküsü)/Oto-biyografi

Kendi alanlarında ünlü olmuş, siyaset adamı, edebiyatçı, sporcu, bilim adamı, ses, sinema, tiyatro sanatçısı, gazeteci, ticaret adamı gibi kişilerin hayatlarını, neler yaptıklarını, ülke ve dünya insanlığına neler kazandırdıklarını, hayatlarının önemli başarılarını ve dönüm noktalarını bütünüyle anlatan yazı ve kitaplara biyografi (yaşamöyküsü) denir.

Bir kişinin hayatını ayrıntılı olarak veren kişisel biyografi kitapları olduğu gibi, birden çok kişinin hayat hikâyelerini bir araya getiren genel biyografi eserleri de vardır.

Örneğin antolojilerde, ansiklopedilerde, yıllıklarda birden çok kişinin biyografileri çok kısa olarak ana hatlarıyla verilir. Bu eserlerde ya da yazarın kitabının arka kapağında veya iç sayfasında yer alan biyografiler genellikle kısadır. Ayrıntıları atılmış daha çok doğum ölüm tarihleri, doğum yerleri, bitirdikleri okullar, çalıştıkları işler, yazdıkları eserler ve önemli başarıları anılmakla yetinilir. Her döneme, her mesleğe ve her millete ait kişilerin biyografilerini veren eserlere evrensel biyografi, bir millete ait kişilerin biyografilerini verenlere ulusal biyografi, bir bölgeye mensup kişilerin biyografilerinin toplandığı eserlere bölgesel biyografi, belli bir mesleğe mensup kişilerin yer aldığı eserlere meslekî biyografi, belli bir dönemde yaşayanların hayat hikâyelerinin verildiği eserlere de dönem biyografisi denir. Dönem biyografisine çağdaş insanların yer aldığı Who's Who? (Kim Kimdir?) adlı eseri gösterebiliriz.

Biyografiler yazım tekniğine göre de farklılıklar arz etmektedir. Bunları kısaca şöyle sınıflandırabiliriz:

a. Bilimsel biyografi

Biyografik bilgileri kronolojik bir sıra içerisinde, alt başlıklar halinde, onun dönemi içindeki konumunu, getirdiği yenilikleri, gösterdiği başarıları, eserlerini, eserlerinin değişik özelliklerini eleştirel bir tutumla, belgelere, araştırma ve incelemelere dayalı olarak veren çalışmalara bilimsel biyografi ya da biyografik monografi denir. Bu tür eserlerde kişinin doğumu, yetişmesi, öğrenimi, çalışma hayatı, türlerine göre eserleri, eserlerinin önemi, şekil ve muhteva özellikleri, başarıları, ödülleri ve başka özellikleri bölümler halinde verilir. Bilimsel biyografi türüne şu örnekler verilebilir: Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser (1971); İsmail Parlatır,

b. Biyografik roman

Roman, hikâye gibi tahkiye kurgusu içerisinde, olay anlatımı üslûbuyla kişiyi bir roman kahramanı gibi olayların içindeki konumlarıyla sunan eserlere de edebî biyografi ya da biyografik roman denir. Biyografik romanlarda kişinin ruhsal ve fiziksel özellikleri, davranışları, duyguları, düşünceleri, tepkileri, tavır alışları, giyinişi gibi

pek çok değişik özellikleri ayrıntılı olarak verilip bir anlamda onun portresi çizilir. Hayatı içerisinde canlı, yaşayan bir kişilik olarak sergilenir. Buna örnek olarak M. Emin Erişirgil'in Mehmet Akif /İslâmcı Bir Şairin Romanı (1956); Tahir Alangu'nun Ömer Seyfettin (1968) adlı eserleri verilebilir. Ayrıca Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı (1975) adlı romanı da bu türün en iyi örneklerindendir. Yazar bu romanında hocası Mustafa İnan'ı merkez alarak bir dönemin idealist neslinin hayatını yansıtmıştır.

c. Nekroloji

Ölen ünlü bir kişinin hemen ölümünden sonraki günlerde genellikle gazete ve dergilerde yakın çevresinde yer alan kişiler tarafından onun üstün niteliklerinin, erdemlerinin, çalışmalarının ve diğer özelliklerinin anı üslûbuyla anlatıldığı yazılara denir. Bu yazılar bir anlamda öleni çok seven birinin ağıtları, duygusal, öznel açıklamalarıdır.

Bu tür yazılara örnek olarak Yahya Kemal'in ölümü dolayısıyla kaleme alınmış şu yazıları verebiliriz: Vehbi Cem Aşkun, "İstanbul Aşığını Kaybetti" (Dün-ya, 5 Kasım 1958); Nimet Behsuz, "Büyük Şairin Arkasından" (Yeni Gün, 3 Kasım 1958); Cenap Gedikoğlu, "Bir Dev Şair Göçtü" (Yeni Gün, 5 Kasım 1958).

Oto-biyografi:

Bazı ünlü kişiler hayattayken kendi hayat hikâyelerini yazmışlardır. Bunlara da oto-biyografi (özyaşamöyküsü) denir.

Önceleri biyografiler, genellikle kralların, büyük din adamlarının ya da olağanüstü kahramanlıklar göstermiş kişilerin hayatıyla sınırlıydı. Bunların biyografilerinde genellikle onların gerçek özelliklerinin ve niteliklerinin yanında efsanevî, menkıbevî özellikleri de vurgulanırdı. Kahramanların yüceltilmiş kişilikleri o topluma bir özgüven aşılıyor, ayrıca model kişilikleri sunularak onlar gibi olunması salık veriliyor ve bazı hikmetli davranışlarıyla da ibretli dersler verilmesi amaçlanıyordu.

Örneğin Tanzimat’tan önce klâsik Türk edebiyatında yazılan menakıpnameler, tarikat büyüklerinin kerametlerle dolu olağanüstü hayatları verilir.

Türk edebiyatında ilk biyografik eser, Malik Bahşi'nin Feridüddin-i Attar'dan çevirmiş olduğu Tezkiretü'l-Evliya'dır.

Daha çok mesleklerine göre düzenlenmiş ve birden fazla kişinin biyografisinin yeraldığı tezkire, menakıb, vefeyat, devha, sefine, tuhfe, hadika, fihrist, silsilename, şairname, gazavatname, sicil gibi adlar altında birçok eser kaleme alınmıştır. Menakıpname ya da velâyetname denilen eserlerde tarikat büyüklerinin, evliyaların, pir ve şeyhlerin olağanüstü halleri, kerametleri ve diğer kişisel özellikleri anlatılır.

Yayımlanmış bazı menakıpnamelere şu örnekler gösterilebilir: Hacımsultan

Velâyetnamesi (Rudolp Tschudi); Hacı Bektaş Velâyetnamesi (Erich Gross).Vakayinamelerde de birçok devlet adamının biyografilerine ait malzemelerbulmak mümkündür.

Şuara Tezkireleri:

Şairlerin biyografilerine, eserlerine yer veren, şiirleri hakkında değerlendirmelerin bulunduğu eserlere şuara tezkiresi denir.

Türk şairlerinin biyografilerinin toplandığı ilk Türkçe şuara tezkiresi XV. Yüzyılda kaleme alınan Ali Şir Nevayî 'nin Mecâlisü'n-Nefâis adlı eseridir.
 
Back
Yukarı