- Katılım
- 28 Mart 2008
- Mesajlar
- 23.246
- Tepki puanı
- 2.148
- Puanları
- 163
- Yaş
- 40
- Bulunduğu Yer
- ŞANLIURFA
- Tuttuğu Takım
- GALATASARAY
Hz. Sâlih, Şam ile Hicaz arasında "Hicr" denilen yerde yaşayan "Semud" kavmine peygamber gönderilmiştir. Bu kavim de dağları delmiş, taşları oymuş, kendilerine pek sağlam binalar yapmışlardı. Fakat, bunlar da doğru yoldan çıkmış bulunuyorlardı. Hz. Sâlih'in yirmi sene devam eden emirlerine ve öğütlerine muhalefet ettiler. "Bu deveye dokunmayınız" dediği ve mûcize olarak taştan Allah'ın emri ile çıkardığı hayvanı boğazladılar. Nihayet şiddetli bir gürültü ile yerlere serilip helâk oldular. Salih peygamber de, kendisine îman edenlerle beraber çıkıp önce Şam'a, Filistin'e, sonra da Mekke-i Mükerreme'ye gitti. Seksen beş sene veya iki yüz sene yaşadığı ve Mekke-i Mükerreme'de Rükün ile makam arasında gömüldüğü rivayet edilir.[1]
Hz. Salih'in Hayatı
Hz. Sâlih, Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen peygamberlerden biri.[2] Semud kavmine gönderilen peygamber olup Hz. Nuh'un oğullarından Sam'ın neslinden olup Hz.Âdem'in 19. kuşaktan torunudur.[3]
Hz. Hûd'un peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. Îmân ettikleri için bu azaptan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı, Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeple “Eshâb-ül-Hicr” de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabîleden meydana geldi.[5] Reisleri de Cenda bin Amr isminde birisi idi.[3] Yazları sıcak günlerde yüksek yaylalara dağlara çıkarlar, taşlara oydukları büyük, saraylarda yaşarlardı. Kış mevsimi gelip de soğuklar bastırdığında aşağı vadiye iner orada yaptıkları köşklerde yaşarlardı.[4]
Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabîle reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allah-u teâlâya îmân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular.[5]
İşte bu diyarda Hz. Sâlih doğup büyüdü.[3] Semud kavminin ileri gelenlerinden, Ubeyd adlı bir zatın oğlu olan Salih, güzel ahläkı, hoşgörüsü, fakirleri ve zayıflan kollayıp korumasıyla herkesin gönlünü almıştı.[4] Küçük yaştan itibaren putlara tapmazdı, ve ileride kendisinin Semûd'a lazım olabileceği için ona kimse bir şey diyemezdi.[3]
Hz. Sâlih, bu kavim arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allah-u Teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi;
«Biz, Semûd kavmine kardeşleri Salih'i (gönderdik)»
«Andolsun, Biz Semud (kavmine) kardeşleri Salih'i: "Yalnızca Allah'a kulluk edin" diye (demek üzere) gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirilerine düşman kesilmiş iki gruptur.»
Hz. Sâlih kavmini îmâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; “Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun, bana itâat edin.” diyerek dâvetini açıkladı.
Hz. Sâlih'in bu dâveti karşısında pek az kimse îmân etti. Kavmin çoğunluğu îmân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Hz. Sâlih'e; “Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!” diyorlar, onu, “büyülenmiş, yalancı” sayıyorlardı. Hz. Sâlih ise kavmini îmâna dâvet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:
“Ey Semûd kavmi! Siz içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerle, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebedî olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhipleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin gibi kendilerini burada ebedî kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah'a isyân ettirenler, ilâhî azaptan kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır.”
Allah-u Teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu.[5] Yalnızca bir kaynaktan su geliyordu. Onun dışında bütün kaynaklar kurumuştu. O kaynak halkın ihtiyacına yetiyor ise de bağlara ve bahçelerine yetişmiyordu.[4] Hz. Sâlih'e kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: “Ey Hz. Sâlih! Aramıza fesat karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.” dediler. Hz. Sâlih bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları îmâna dâvet etti. Semûd kavmi, Hz. Salih'ten mûcize göstermesini istedi. Ancak mûcizeleri gördükleri hâlde yine îmân etmediler.
Yine bir gün Hz. Sâlih'e gelip: “Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana îmân ederiz.” dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapamamasını ve mahcup olmasını düşündüler.
Hz. Sâlih; “Allahü Teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mûcize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?” dedi. Semûd kavmi, böyle bir şey olamayacağını düşünerek; “Bu şartı da kabul ediyoruz.” dediler.
Hz. Sâlih'in bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması ve azgın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti.
Hz. Sâlih ,onlara; “Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.” dedi. Semûd kavmi; “Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.” dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar.
Hz. Sâlih, böyle bir mûcize vermesi için Allah-u teâlâya duâ etti ve duâsı kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mûcizeyi görenlerden bir kısmı îmân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü îmân etmediler. Hz. Sâlih, onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inat ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler aramaya başladılar.
Hz. Salih'in Hayatı
Hz. Sâlih, Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen peygamberlerden biri.[2] Semud kavmine gönderilen peygamber olup Hz. Nuh'un oğullarından Sam'ın neslinden olup Hz.Âdem'in 19. kuşaktan torunudur.[3]
Hz. Hûd'un peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. Îmân ettikleri için bu azaptan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı, Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeple “Eshâb-ül-Hicr” de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabîleden meydana geldi.[5] Reisleri de Cenda bin Amr isminde birisi idi.[3] Yazları sıcak günlerde yüksek yaylalara dağlara çıkarlar, taşlara oydukları büyük, saraylarda yaşarlardı. Kış mevsimi gelip de soğuklar bastırdığında aşağı vadiye iner orada yaptıkları köşklerde yaşarlardı.[4]
Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabîle reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allah-u teâlâya îmân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular.[5]
İşte bu diyarda Hz. Sâlih doğup büyüdü.[3] Semud kavminin ileri gelenlerinden, Ubeyd adlı bir zatın oğlu olan Salih, güzel ahläkı, hoşgörüsü, fakirleri ve zayıflan kollayıp korumasıyla herkesin gönlünü almıştı.[4] Küçük yaştan itibaren putlara tapmazdı, ve ileride kendisinin Semûd'a lazım olabileceği için ona kimse bir şey diyemezdi.[3]
Hz. Sâlih, bu kavim arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allah-u Teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi;
«Biz, Semûd kavmine kardeşleri Salih'i (gönderdik)»
«Andolsun, Biz Semud (kavmine) kardeşleri Salih'i: "Yalnızca Allah'a kulluk edin" diye (demek üzere) gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirilerine düşman kesilmiş iki gruptur.»
Hz. Sâlih kavmini îmâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; “Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun, bana itâat edin.” diyerek dâvetini açıkladı.
Hz. Sâlih'in bu dâveti karşısında pek az kimse îmân etti. Kavmin çoğunluğu îmân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Hz. Sâlih'e; “Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!” diyorlar, onu, “büyülenmiş, yalancı” sayıyorlardı. Hz. Sâlih ise kavmini îmâna dâvet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:
“Ey Semûd kavmi! Siz içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerle, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebedî olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhipleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin gibi kendilerini burada ebedî kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah'a isyân ettirenler, ilâhî azaptan kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır.”
Allah-u Teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu.[5] Yalnızca bir kaynaktan su geliyordu. Onun dışında bütün kaynaklar kurumuştu. O kaynak halkın ihtiyacına yetiyor ise de bağlara ve bahçelerine yetişmiyordu.[4] Hz. Sâlih'e kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: “Ey Hz. Sâlih! Aramıza fesat karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.” dediler. Hz. Sâlih bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları îmâna dâvet etti. Semûd kavmi, Hz. Salih'ten mûcize göstermesini istedi. Ancak mûcizeleri gördükleri hâlde yine îmân etmediler.
Yine bir gün Hz. Sâlih'e gelip: “Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana îmân ederiz.” dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapamamasını ve mahcup olmasını düşündüler.
Hz. Sâlih; “Allahü Teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mûcize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?” dedi. Semûd kavmi, böyle bir şey olamayacağını düşünerek; “Bu şartı da kabul ediyoruz.” dediler.
Hz. Sâlih'in bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması ve azgın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti.
Hz. Sâlih ,onlara; “Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.” dedi. Semûd kavmi; “Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.” dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar.
Hz. Sâlih, böyle bir mûcize vermesi için Allah-u teâlâya duâ etti ve duâsı kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mûcizeyi görenlerden bir kısmı îmân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü îmân etmediler. Hz. Sâlih, onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inat ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler aramaya başladılar.